Politikasızlık lüksü

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Körfez Savaşı'ndan bu yana ABD'nin tek bir Irak politikası var: Politikasızlık ! Yukarıdaki olgu, arbede nihayetine doğru Özal tarafından Bush'a yapılan ve müttefik kuvvetlerin Bağdat'a kadar yürüyerek Saddam'ı alaşağı etmesini öneren teklifin geri çevrilmesiyle başladı. Bugüne dek de değişmedi...

O sırada pratik olarak Turgut Özal, ama teorik olarak Beyaz Saray önderi haklıydı. Çünkü gerçekten de Washington'un BM misyonu ötesine taşması zordu.

Ne var ki ABD söz konusu tarihten itibaren hiç bir siyaset geliştiremedi.

Ancak kaprisli bir süper devletin uygulama lüksüne sahip olabileceği ‘politikasızlık politikası’ Bill Clinton döneminde de aynen devam etti.

Önceki haftanın bombardımanları da bunun yeni bir uzantısını oluşturdu.

* * *

AMERİKAN-İngiliz tecavüzünün uluslararası hukuk planındaki ‘kovboyluğu’ bir yana, kesin olan şu ki son harekat Saddam Hüseyin'in sultasını sarsmadı.

Bombalama Bağdatlı Harami'nin dayandığı ‘Cumhuriyet Muhafızları’ üzerinde yoğunlaştırılarak ve diğer askeri birliklere onların hedef alınmadığına dair bildiriler atılarak Irak ordusu bölünmek istendiyse de, ne ‘Muhafızlar’ ciddi bir zaiyat verdi, ne de umulan türden bir ayrışma gerçekleşti.

Diğer taraftan, hem saldırıdaki külhanbeylik, hem de her şeye rağmen ağır basan ‘Irak milliyetçiliği’ Saddam muhalifi güçlerin ivme kazanmasını önledi.

Ahali çoğunluğunu oluşturan Şiilerin önderi Ayetullah Muhammed Bekir Hakim operasyonu kınadı. Bölünmüş bir blok olmaktan öteye gidemeyen ‘Irak Ulusal Kongresi’nden ise tık çıkmadı. Keza, Kürt liderlerden de ses seda gelmedi.

Üstelik, harekattan daha bir hafta önce Clinton'u Amerikan bayraklarıyla karşılamış Filistinli kitleler de dahil Arap aleminde ibre tamamen Washington aleyhine döndü. Bağdat Zorbası sırf ABD'ye kafa tuttuğu için prestij kazandı.

Daha üstelik, Birleşik Devletler'in tek tabanca davranması Beyaz Saray diplomasisini Rusya, Çin ve Avrupa'dan daha çok uzaklaştırdı.

Kaprisli süper devletin ‘politikasızlık politikası’ lüksü sonuç vermedi.

* * *

ÖTE yandan, ABD açısından haydi haydi olumsuz yukarıdaki gelişmelere ek olarak İran'daki liberal güçlerin nispi oranda konum pekiştirmesi; İsrail'de erken seçim ve barış sürecini askıya almak kararlarının benimsenmesi; Suriye' nin tedrici biçimde ‘ehlileşmek’ ışığı yakmaya devam etmesi; Suudi Arabistan ve Ürdün monarşilerinin hem iç dengelerin hassasiyetinden, hem de kralların sağlık durumundan dolayı önemli krizlere gebe oldukları işaretlerini vermesi ve nihayet, Irak Şiilerinin ve Kürtlerinin esecek rüzgarlara göre teyakkuzda beklemesi, zaten her zaman son derece çetrefil manzara sunmuş olan Ortadoğu haritasını bir üst seviyede karıştıran farklı ve kimi zaman da birbirleriyle çelişen unsurlar olarak şimdi daha çok ortaya çıktı.

Ve bana sorarsanız, belki Körfez petrolünü kollamak ve İsrail'in devlet güvencesini sağlamak dürtüsü hariç ABD'nin genel Ortadoğu yaklaşımı da Irak'ta uyguladığı ‘politikasızlık politikası’ndan fazla öteye gitmiyor.

Washington süper devlet lüksüyle bir o yana bir bu yana yalpalıyor. Global bakış açısını yakalayamıyor ve bu açının gerektirdiği siyasetleri üretemiyor.

İşte bu yüzden, naçizane derim ki, hayati çıkarlarımız dışında biz ne şu netameli Ortadoğu'yla al takke ver külah olalım; ne de Birleşik Amerika'nın ‘politikasızlık politikası’na uyarak onun dümen suyundan gidelim.

Tabii bununla Saddam ve O'nun familyasıyla flört etmeyi kastetmiyorum !

Ben yüzümüzü yakın Batı'ya, yani Avrupa'ya dönmeyi kastediyorum.

Çünkü heyhat, bizim Avrupa'ya ilişkin yaklaşımımız da ABD'nin Ortadoğu tutarsızlığı gibi bir ‘politikasızlık politikası’na tekabül ediyor.

Ama biz kaprisli bir süper değiliz ve bizim böyle bir lüksümüz olamaz.



Yazarın Tüm Yazıları