PKK’nın oyunu; Hükümet'in zorunluluğu

Anayasa değişikliği referandumu sabahına, PKK damgalı Hakkari’deki kanlı gelişmeyle uyandık.

Haberin Devamı

Zaten, PKK’nın Gabar pususu üzerine infilak eden ve Kuzey Irak’a askeri operasyona imkan veren Tezkere’ye yol açan kamuoyu öfkesi, hüzünle tetiklendi. Tezkere’nin uygulamaya konulmaması imkânının kalmadığı bir noktaya geldik dayandık.

Korktuğumuz başımıza geldi diyebiliriz. Tezkere’nin kabul edilmesinin ardından, şöyle yazmıştık:
“Tezkere’nin TBMM’de kabulü ile artık 'askeri operasyon senaryoları' aşamasına ulaşmış durumdayız. Bu arada, pek sözü edilmeyen, ortalıkta yüksek sesle konuşulmayan bir başka ihtimal de var: PKK’nın şiddeti tırmandırarak, Gabar’daki 13 şehit verilen pusuyu andırır, büyük can kayıplarına yol açacak bir veya birkaç eylemi önümüzdeki kısa vadede sahneye koyması.
Böyle bir gelişme, yukarıda 'spekülasyonu' yapılan tüm senaryoları bir anda berhava eder. Türk kamuoyundaki öfke tsunamisini, ne zaman, nasıl yapılacağı belli olmayan 'nokta operasyonları'nın önleyebilmesi, böyle bir durumda, pek kuşkuludur.
Öyle bir durum ise, çok büyük çaplı bir askeri operasyonu, ister istemez, gündeme getirir. Bir zamanlar Bülent Ecevit ’in sözünü ettiği, Türkiye’nin Kuzey Irak’ın 20-40 kilometre derinliğindeki bir alanda, dağların öte yanına geçerek sınır kaydırması yaparak, bir yeni 'güvenlik sınırı' oluşturmak istemesi bile gündeme gelebilir. TBMM’den geçmeyen 1 Mart Tezkeresi öncesinde ABD ile yapılan ve tezkere geçmediği için yürürlüğe girmeyen Anlaşma’da da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 20 kilometre derinliğinde 'tampon bölge' oluşturması söz konusuydu.”
Galiba, “spekülasyonu yapılan tüm senaryolar”ın “berhava” olduğu noktaya gelindi.
Böyle bir gelişme ise, ister istemez, bundan bir sonraki yazımızda dile getirdiğimiz “İsrail-Güney Lübnan; Türkiye-Kuzey Irak” denkleminin oluşması demektir. İsrail, Güney Lübnan’a 1978’e girerek, bir “güvenlik kuşağı” oluşturmuştu. Ardından, 1982’de Beyrut kapılarına kadar dayanarak tüm Güney Lübnan’ı işgal etmiş, 1978’de oluşturduğu “güvenlik kordonu”ndan çok daha geniş bir alana yayılmış ve bizzat kendi silahlı kuvvetleriyle bölgeye yerleşmişti.
Bu gelişme, “Hizbullah”ı doğurmuş ve İsrail’e karşı silahlı mücadele sonucunda, Yahudi devleti 2000 yılında “tek taraflı” bir kararla Güney Lübnan’ı 18 yıllık bir işgal sonucu terk etmek zorunda kalmıştı. İsrail’in “tek taraflı” yani bir “anlaşma”ya taraf olmadan geri çekilmesi de sorunu  halletmemiş, İsrail’e karşı “kuvvet kullanma”nın, sonuç veren ve “anladığı tek dil” olduğu görüşünü Hamas ve benzeri örgütlere yerleştirerek, “müzakere kanalları”nı ya kapatmış ya da işlemez hale getirmiştir.

Haberin Devamı

Yani, “terörün kökünü kurutmak” amaçlı, kendi sınırlarınızın dışına çıkarak, oraya uzun süreyle yerleşmeye kendinizi mecbur hissedeceğiniz bir “siyasi-askeri karar”ın tüm süreçleri etkileyecek, amaçladığınızdan bambaşka sonuçlar yaratabileceğinin en parlak örneğidir, İsrail’in Güney Lübnan macerası.
Hemen herkes, PKK terör örgütünün Türkiye’yi Kuzey Irak’a işgal çekmek istediği üzerinde hemfikir. Kimisi, bunu ABD’nin bir “planı” olarak açıklıyor; bunu binbir mantık oyunu ile açıklayanlar var. Olabilir. PKK’nın, kendi başına bu işe kalkışamayacağını, kimliği çok net açıklanmayan “dış güçler”in “taşeronu” olarak böyle bir “oyun planı” kurduğu ileri sürülüyor.

Haberin Devamı

Hele, Kuzey Irak’taki Kürt Yönetimi’nin Başkanı Mesut Barzani’nin, Hakkari’deki kanlı saldırının yol açtığı gerilimin ve Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi ihtimalinin giderek yükseldiği dün bile, Türkiye’de “küstahça” bulunan bir açıklama yapmasını da, Türkiye’nin içine çekilmek istenen “oyun”un “büyüklüğü” ve “derinliği” ile açıklayanlar var.

Bu durumda, Türkiye, senaryosunu kendi yazmadığı bir “oyun”un içine bile bile girer mi?
Girmemesi gerekir. Ancak, elde TBMM’de kabul edilmiş bir Tezkere varken ve bu Tezkere’nin kabulünden topu topu 96 saat sonra Hakkari’deki PKK saldırısı çapında bir gelişme meydana geldikten sonra da, durum “demeçler”le idare edilemez noktaya dayanmıştır.
Türkiye’nin “sınır ötesi”nde harekete geçmesi, adeta “kaçınılmaz” görünüyor. Bu hareketin varacağı sınırları, ulaşacağı boyutları şu anda kestirmek kolay değil. Terörle mücadelenin, herşeye, evet herşeye rağmen, tüm kanlı potansiyeline ve sancılarına rağmen, “uzun süreli, uzun soluklu” ve “çok yönlü” olduğu unutulmadan, “sağduyu”yu yitirmeden sürdürülmesini umut edelim...

Yazarın Tüm Yazıları