Peter haklı çıkıyor

GERÇEK bir Türk dostu olan Uluslararası Basın Enstitüsü’nün (IPI) eski Direktörü Peter Galliner, 17 Aralık 2004 tarihinde Avrupa Birliği (AB) zirvesinden ‘Türkiye ile müzakerelere başlama’ kararı çıktığı zaman bana bir mektup yazarak:

‘Sizi aldatıyorlar Oktay... Avrupa Birliği sizi oyalayacak, umut verecek, ama hiçbir zaman istediğiniz gibi tam üye olamayacaksınız’ demişti. Ben de kendisine kızmıştım.

Kızmıştım, çünkü elimizde AB zirvesinin 1999 tarihinde aldığı ‘Türkiye, Kopenhag kriterlerini yerine getirdiği takdirde öteki aday ülkelerden farklı olmayan bir müzakere süreci sonunda tam üye olacağı’ kararı vardı.

Kızmıştım, çünkü 1999 Helsinki zirvesi, ‘Kıbrıs sorununun Türkiye-AB ilişkileri dışında’ tutulacağı, AB adına Türkiye’ye açıkça -ve yazılı olarak- vaat edilmişti.

Kızmıştım, çünkü Avrupa Parlamentosu’nun (AP) yıllar önce aldığı ‘Ermeni soykırımını tanıma’ kararı hukuken bir değer taşımıyordu. Dahası... Yıllardır Türkiye ile AB arasında sürüp gelen görüşmelerde, tartışmalarda bu konu hiçbir zaman Türkiye’nin karşısına çıkarılmamıştı.

O halde AB üyesi olmak amacıyla elinden geleni yapan Türkiye’yi ‘verdiği sözü tutmakla’ ve ‘dürüstlükle’ övünen Avrupa’nın bir oyuna getirmesi kabul edilebilir miydi?

Oysa, önce ‘öteki adaylarla eşit koşullar’ taahhüdünden caydılar. Bir şey demedik.

Sonra ‘Kıbrıs’la ilgili vaatlerini çiğnediler. Yine üstlerine gitmedik. Sadece ‘Problem çözülmedikçe Güney Kıbrıs’ı tanımayacağımızı’ ilan etmekle yetindik. ‘Ermeni soykırımını tanımamızı’ da AP kararlarını bizim için hukuken bağlayıcı hale getiren Müzakere Çerçeve Belgesi ile zorlamaya başladılar. (AP kararları, örneğin Fransa yahut Bulgaristan için tavsiye niteliği taşıyacak ama Türkiye onlara uymak zorunlu olacak, böyle bir saçmalık düşünülebilir mi?)

Şimdi galiba Peter Galliner dostuma mektup yazıp, ‘Maalesef sen haklıymışsın’ diyeceğim.

Peki tüm bunlara yani AB’nin şu yukarıda özetlediğim dürüstlükle bağdaşmayan tutumuna rağmen biz ‘Müzakere Çerçeve Belgesi’ne koyduğunuz her şeyi kabul ediyoruz ve 3 Ekim günü gelip sizinle müzakere masasına oturuyoruz’ dersek ne olur?

1) Lafı dolandırmaya gerek yok... Güney Kıbrıs’ı tanıyacağız. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni eski bir EOKA’cı (terörist) olan Rum Cumhurbaşkanı Tasos Papadopulos’la ele vererek tarihe gömeceğiz. Oradaki Türk askerini, ‘AB toprağını işgal etmiş’ hale düşeceği için geri çekeceğiz.

2) Müzakerelerin ucu açık olduğu için (bu aşağılayıcı şart öteki aday ülkelerin hiçbirine uygulanmadı) ağzımızla kuş da tutsak, müzakereler bitince AB bize ‘Tamam, istediklerimizi yaptınız. Ama sizi üye olarak almaya biz hazır değiliz’ diyebilecek. Böylece üyelik çıkmaz ayın son çarşambasına kalacak.

Sadece bunlar değil. Örneğin, ‘Öteki üyelerin vatandaşları başka ülkede rahatça iş bulup çalışacak ama Türklere bu hak tanınmayacak. Türk çiftçisi tarımsal desteklerden yararlanmayacak. Türkiye, AB’nin mali yardımlarından yararlanamayacak’. Daha da var ama yer kalmadı.

Bu durumda ‘oturup biraz düşünsek, AB üyeliği hedefinden vazgeçmesek, AB’nin müktesebatını benimseyip uygulamaya devam etsek ama AB ile müzakereyi uygun zamana ertelesek’ doğru olmaz mı?
Yazarın Tüm Yazıları