Dürüst tabiatlı İstanbul efendisi Abdülcanbaz

Güncelleme Tarihi:

Dürüst tabiatlı İstanbul efendisi Abdülcanbaz
Oluşturulma Tarihi: Şubat 25, 2007 00:00

İsmine bakıp aldanmayın, Osmanlı tokadıyla ün salmış bir İstanbul beyefendisidir o. Halktan değildir ama onların hakkını savunur. Çelikten kaslarını, namussuzlar ve zalimlere karşı kullanır. Uzun boyludur, yakışıklıdır, zekidir, şöyle baştan ayağa baktığınızda hoş adamdır. Olağanüstüdür en çok da... Çünkü olağanüstü yerlerde maceralar gelir başına. Uzayda, yerin yedi kat dibinde, çölde... Abdülcanbaz, 50 yıldır Turhan Selçuk’un çizgisinden çıkan bir kahramandır. Türk çizgi roman tarihinin en uzun ömürlü, en önemli karakteridir.

1957’de Milliyet Gazetesi’nde doğdu. Kağıda düşmesinde Abdi İpekçi’nin payı büyüktü. Bir gün Turhan Selçuk’u yanına çağırdı ve gazetedeki yarım sayfalık yabancı çizgi romanları göstererek şöyle dedi: "Bunlar Batı’nın kültür emperyalizminin propaganda araçları... Yerli bir romana ne dersin?" Selçuk bir karikatüristti, çizgi romana yabancıydı. Böyle bir işe başlamaya cesareti yoktu. Fakat Abdi Bey çok ısrar etti. Selçuk onu çok severdi, kıramazdı, bir formül düşündü. Aziz Nesin’in kapısı çalındı. O zamanlar yasaklı olan Nesin’e "Aziz sen yaz, ben çizeceğim, senin adın olmayacak. Aldığım parayı seninle paylaşacağım" dedi. Nesin’in Selçuk’a gönderdiği ilk hikáyenin başlığı Abdülcanbaz’dı. İsim o gün, o anda nüfusa geçti. Baş karakterin ve romanın adı bulunmuştu.

Abdülcanbaz, ilk günlerinde pek matah bir karakter değildi. Amerikalı turistleri kazıklayan, dalavereci, anasının gözü, fena bir adamdı. İşini bilen bir turist rehberiydi. Nesin’in kaleminden çıkan bu öykü 3-4 ayda bitti. Fakat Abdi İpekçi, Abdülcanbaz’ın daha da yaşaması gerektiğini düşünüyordu, böyle bitmemeliydi. Formül yine bulundu. Çalınan ikinci kapı Rıfat Ilgaz’ınkiydi. Ilgaz, madrabaz Abdülcanbaz’a yeni maceralar yaratma konusunda sıkıntı çekmedi. Tek sorun yazdıklarının günlük gazetenin basılma saatlerine bir türlü yetişmemesiydi.

Süreç şöyle işliyordu: Ilgaz hikáyeyi yazıyor, Selçuk buna göre Abdülcanbaz’ı yaratıyordu. Fakat yazı geç geliyor, Selçuk karikatürü gün geliyor akşama kadar bitiremiyordu. İş disiplini konusunda aşırı titiz Selçuk’un bu duruma canı sıkılıyordu. Bir gün Ilgaz’dan gelecek yazı gecikince Abdülcanbaz ne yapar, bundan sonraki adım ne olur diye kafasında düşünüp, hikáyeyi kendi yazdı ve çizdi. Ilgaz buna çok bozuldu elbette, yazmıyorum ben bundan böyle, deyip çekildi. 3-4 ay süren bu ortaklık da son bulmuştu. Şimdi çizgi masanın bir başında Turhan Selçuk, bir başında Abdülcanbaz başbaşa kalmıştı. Birbirlerine baktılar, tarttılar. Sonunda karar verildi. Turhan Selçuk bu işi tek başına yapacaktı, yani Abdülcanbaz’la ikisi birlikte yürüyecekti ama tek şart vardı. Abdülcanbaz kendine çekidüzen verecekti, aynı Selçuk gibi, kibar, adalet duygusu her şeyin önüne geçen, dürüst bir İstanbul beyefendisi olacaktı. Anlaşma yapıldı, Abdülcanbaz şöyle bir silkelenip, bambaşka biri olmak için maceraya atıldı.

KÖPEK KULÜBESİNDEKİ O RÜYADAN HİÇ UYANMADI

Yıl 1959. İstanbul’da o sırada bir türlü kiralık ev bulunmuyor. Abdülcanbaz’ın da sorunu bu. Arıyor, tarıyor fakat kiralık ev yok. En sonunda bir gün yorgun düşüp bir köpek kulübesine girdi. Kıvrılıp uykuya daldı. Rüyasında Osmanlı dönemine gitti. Abdülcanbaz o rüyada bugün bildiğimiz iyilerin yanındaki kişiye dönüştü. Selçuk rüya maceralarını alabildiğine uzattı. Böylece okuyucuya kötü Abdülcanbaz’ı unutturdu. Aslına bakılırsa Abdülcanbaz bir daha o rüyadan uyanmadı. Onun maceraları artık rüyalar aleminde, olağanüstü mekanlarda, bambaşka karakterlerle geçmeye başladı.

Abdülcanbaz’ın yeni karakterinde Turhan Selçuk’un lise yıllarında okuduğu Çocuk Sesi dergisindeki Baytekin’in etkisi büyüktü. Zaten Selçuk’un Baytekin’in yaratıcısı Alex Raymond’un çizgisine saygısı büyüktü. Onun karakterinin iyi özelliklerini Abdülcanbaz’a uygulamıştı. Yeni Abdülcanbaz’ın maceralarının adı bundan böyle Dürüst Tabiatlı İstanbul Efendisi Abdülcanbaz’ın Harikulade Maceraları oldu.

Abdülcanbaz’ın bir yılan gibi derisinden soyunup iyi, ahlakçı ve tabii sol-milliyetçi kişilik kazandığı sırada Turhan Selçuk’un çizgisi de onunla birlikte karakteristik halini aldı. Önceleri yuvarlak çizgilerle çalışıyordu. Sonra çizgilerini köşelendirdi. Daha sonra yuvarlak ve köşeli çizgileri birlikte kullanmaya başladı. Bir ara çok sert, çok düz çizgilerle çalıştı. Ama sadelikten hiç ayrılmadı. Grafiğe ağırlık verdi.

KARPUZ GÖĞÜSLÜ, AYVA GÖBEKLİ KADINLAR PEŞİNİ BIRAKMADI

Abdülcanbaz’ın hayatına birçok kadın girdi. Ama uykuya daldığı köpek kulübesinde gördüğü ilk rüyalarda tanıştığı ilerici paşanın kızı Ruhsar’a aşık olmuştu. İlk, tek ve büyük aşkı oydu. Bir süre sonra onunla evlendi. Canbaziye adlı bir kızları oldu. Ama evlilik Abdülcanbaz gibi gezgin ve maceraperest bir adama uygun değildi, kısa sürede bunu anladı. Hayat denen serüvenin külliyatıyla ters düşecekti. Saygılı ve kibar bir beyefendi olarak onları geride bıraktı. Ondan sonra karşısına çıkan güzel kadınlarla ilişkiler yaşadı. Ama ona zampara diyemezsiniz. Hiçbir kadının peşinden koşmadı, tavlamak için çaba sarf etmedi. Kadınlar onun peşindeydi. Karpuz göğüslü, ayva göbekli, kısrak kalçalı, sütun bacaklı kadınlar... Ona bayılıyorlardı. Abdülcanbaz’ın tek yaptığı, onlara hayır dememekti.

KARANFİL HOCA’YI BÜYÜKÇEKMECE İMAMI SAYESİNDE TANIDI

Zamanı ve mekanı olmayan maceralarında, bazen tarih öncesi devirde, dinozorlar aleminde, bazen uzayda, bazen denizin yedi kat dibinde ya da Sahra Çölü’nde onu yalnız bırakmayan dostları ve düşmanları vardı. Tarsus’a gittiği bir gün Tarzan’la tanışmıştı. Güçlü, azametli, temiz kalpli bu Anadolu delikanlısı onun en yakın dostlarından biri oldu. İkiliye sonradan katılan İbn-i Sina’yı anımsatan ilim sahibi Doğulu Karanfil Hoca karakterinin ilham kaynağı ise çok ilginç. Turhan Selçuk’un eline bir gün Küçükçekmece imamının hazırlattığı "Gökyüzüne Nasıl Çıkılır?" başlıklı bir broşür geçti. Çok tuhafına gitmişti broşürde anlatılanlar. Göğün yedi kat olduğunu ve bunlara çıkmak isteyenlerin üç ay kuş etiyle beslenmesi gerektiği gibi garip bilgiler yer alıyordu. Karanfil Hoca bu imamdan esinlenerek Abdülcanbaz’ın dost tayfasına katıldı.

Bütün çizgi romanlarda öne çıkan zıtların keskinliği ve bu zıtların serüvenlerde sürekli karşılaşması ilkesi Abdülcanbaz’a da hakim olmaya başladı. Selçuk, Karagöz ve Hacivat’ı aklına getirerek serüvene bir karakter daha eklemeye karar verdi. Çünkü Abdülcanbaz’ın dürüstlüğü çizgi romandaki hiciv dozunu sınırlamaya başlamıştı. O yüzden onun tam zıddı olan şişman ve bozuk karakterli Gözlüklü Sami hikáyeye dahil edildi. Tam bir politikacı tipiydi. Onun dalkavuğu Sürme Gözlü de sonra sonra ortaya çıktı. "Kafayı çeker oruçlu gözükürüm, odalığımın koynundan çıkar camide namaza dururum. Fakirin canına okumak için elimden geleni yaparım. Ama bunları ustalıkla sezdirmeden yaparım" diye anlatıyordu kendini.

Gözlüklü Sami bir boşluğu doldurdu. Abdülcanbaz kendisini artık Sami üstünden anlatıyordu. Bu hem daha kolay ve net oluyordu hem de bütün ihtirasları ve zaaflarıyla toplumdaki herhangi birine benzeyen Sami’nin yanında Abdülcanbaz efsanevileşiyor, süper kahramana dönüşüyordu. Sağlamlığını kaslı vücudundan değil, savunduğu ilkelerden alıyordu. Koyu bir Kemalistti, laiklik savunucusuydu. Toplumdaki yozlaşmayı uzayda da olsa bir biçimde eleştirirdi. Dünya solunun o günkü bütün argümanları onun sözlerinde saklıydı. Bugün dönüp bakıldığında biraz da ulusalcıydı.

Gerçek yaşamda takdirini bulamayan erdemli davranışlar, Gözlüklü Sami’ye tokadı basan Abdülcanbaz’da hayat buluyordu ya, herkes Abdülcanbaz olmak istiyordu ve oluyordu da. Buna bir gün Halit Kıvanç şahit olmuştu. Bindiği dolmuşun şoförüne, arkadaşları Abdülcanbaz diye hitap ediyor, saygıda kusur göstermiyordu. Turhan Selçuk’a yazılan binlerce mektuptan biri şöyle diyordu: "Benim adım Abdülcanbaz. Yani mahallede bana öyle derler. En yakın arkadaşım da Tarzan’dır. Sizi ziyaret etmeyi çok istedik ama arkadaşım Tarzan’ın kıyafetleri buna uygun değildir. Utandık, gelemedik."

HEYKELİ DİKİLECEK SERGİSİ VE MÜZESİ AÇILACAK

Abdülcanbaz yıllar içinde birçok ev değiştirdi. Milliyet’ten sonra Akşam, Yeni İstanbul gazetelerini dolaştı, Cumhuriyet’e yerleşti. Üç kez süreli albümleri yayınlandı. 1971’de Mehmet Benli tarafından 12 albüm olarak, 1982’de Milliyet Yayınları’nca 24 albüm olarak basıldı. Üç kez tiyatroya uyarlandı: 1972’de Dostlar Tiyatrosu, 1994’te İstanbul Devlet Tiyatrosu, 1999’da ise Antalya Devlet Tiyatrosu Abdülcanbaz’ı repertuvarına kattı. 1987’de Turhan Selçuk yorulmuştu. Harikulade Abdülcanbaz’ı olağanüstü rüyalarıyla başbaşa bırakıp kenara çekilmeye karar verdi. Yedi yıl kadar dinlendiler. Fakat sonra okurlardan gelen yoğun baskı ve istekler yüzünden serüven tekrar başladı, 2003’e kadar devam etti. Bir süredir Selçuk’un bıraktığı yerde, kim bilir hangi acayip zamanda ve diyarda bekleyen Abdülcanbaz şimdi, yani 50. yaşında geri geliyor. Çünkü Selçuk, yarattığı çizgi roman kahramanının yayın haklarını 80 yıllığına BİZ A.Ş’ye devretti. Şirket ilk iş dev bir Abdülcanbaz heykeli yaptıracak. Eylülde büyük bir sergi açılacak. Bütün serüvenler yeniden basılacak. Dizi roman olarak Japonya, Fransa, İspanya, İtalya, İngiltere ve Almanya’da da yayınlanacak. 2010’da ise bir Abdülcanbaz müzesi açılacak.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!