Başkomiser Nevzat Ahmet Ümit’i sorguluyor

Güncelleme Tarihi:

Başkomiser Nevzat Ahmet Ümit’i sorguluyor
Oluşturulma Tarihi: Kasım 11, 2013 02:59

Başkomiser Nevzat’ı tanıyorsunuz. O, Ahmet Ümit romanlarının kurgusal karakteri. Başkomiser Nevzat bu kez yaratıcısı Ahmet Ümit’i sorguladı.

Haberin Devamı

Masanın ucunda oturuyordu, lambanın yakıcı ışığı yüzündeydi, alnında ter damlaları belirmişti. Ama gözlük camlarının gerisindeki kahverengi gözleri hep o kendinden emin ifadeyle bakıyor, dudaklarındaki o rahatsız edici gülümseme bir türlü silinmiyordu. “Gecenin o saatinde Tarlabaşı’nda ne işiniz vardı?” diye başladım sorguya; havasız odadaki sinir bozucu sessizliği bozmak için. “Ne yapıyordunuz cesedin bulunduğu sokakta?”
Gülümsemesi, kırlaşmaya yüz tutmuş kirli bir sakalın süslediği yüzüne yayıldı.
“Sizi arıyordum.”
En az onunki kadar rahat bir tavırla sordum.
“Neden beni arıyordunuz?”
Sakince ellerini yana açtı.
“Cinayeti çözmeniz için. Bu işin erbabı siz değil misiniz? O yüzden bekledim sizi cesedin başında.”
Bir itiraf mıydı bu, yoksa alay mı ediyordu benimle? Hayır, son derece ciddiydi; davranışları doğaldı, içtendi ama dudaklarına yapışıp kalmış olan şu hınzır gülümseme, sesindeki şu manidar tını, bir tür gizli meydan okumayla karşı karşıya olduğumu gösteriyordu sanki.
“Cesedin başında beklemiyormuşsunuz” dedim otoriter polis tavrını takınarak. “Karanlık bir köşeden izliyormuşsunuz olan biteni.” Masadaki dosyayı gösterdim. “Öyle yazıyor tutanakta.” Hiç duraksamadan yanıtladı.
“Ayrıntıları kaçırmamak için... Yaklaşmak görüşü bozar. Resmin tamamını görmek için uzaklaşman gerekir.”
“Neden resmin tamamını görmek istiyordunuz?”
“Gerçeği anlatmak için. Biliyorsunuz ben bir yazarım. Siz polisler gerçeği ıskaladığınızda kimsenin ruhu duymayabilir ama ben yaparsam rezil olurum.”
Ukala ukala konuşması sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Ellerimle masaya dayanarak üzerine doğru eğildim. “Bırakın ders vermeyi de anlatın artık, ne arıyordunuz cinayet mahallinde?”
Gerilmeye başladığımı fark etmişti, hiç aldırmadı, aynı kayıtsızlık içinde yineledi. “Dedim ya sizi arıyordum.” Artık dayanamadım, karşısındaki iskemleyi sertçe çekip, oturdum.
“Bakın beyefendi, romanlarınızdan birinde değiliz. Tarlabaşı’nda bir insan öldürüldü. Etiyle, kanıyla gerçek bir insan. Katili belli değil, cinayet mahallinde de sizden başka kimse yok. Karşımda abuk sabuk konuşacağınıza bir an önce gerçeği anlatın. Yoksa başınız belaya girecek.” Oğlunun yersiz tepkisini anlayışla karşılayan bir babanın sevecenliğiyle bakıyordu yüzüme. Evet, işte en çok bu tavrı çıldırtıyordu beni. Sanki çok yakınıymışım gibi böyle derin bir şefkat, böyle hep anlayışla bakması.
“Sinirlenmemeniz gerektiğini biliyorsunuz değil mi?” Bunu söylerken bile yükseltmemişti sesini. “Sorgu odası bir oda tiyatrosu gibidir. Sorgucu ve zanlıdan oluşan, küçük, kapalı, sevimsiz bir sahnede oynanan gerilim dolu bir tiyatro oyunu. Kimsenin elinde bir metin görünmese de herkesin aklında bir senaryo vardır. Zanlının zihnindeki metnin değişme ihtimali daha fazladır, çünkü soracağınız sorulara göre biçimlenir. Bir sorgunun kaderini belirleyen ne söylediklerinizden çok, nasıl rol yaptığınızdır. Zeki ve soğukkanlı olan bu gerilimli oyunu alıp götürür. Zeki olduğunuzdan zerrece kuşkum yok Nevzat Bey ama soğukkanlılığınızı koruyamazsanız, zekânızın size bir yararı olmayacak.”

Haberin Devamı

KATİLLER VE KURBANLARI

Haberin Devamı

Haklıydı, öfkelenerek onunla başa çıkmam mümkün değildi. Sakinleşmem gerekti; derin derin soluyarak, sorgu odasının bayat havasını ciğerlerime çektim.
“Peki dediğiniz gibi olsun, neden beni arıyordunuz?”
Takdir eden bir ışık geçti gözlerinden. “Evet, işte bu. Bakın sakinleştiniz, bırakın öfkeyi, en küçük bir heyecan kırıntısı bile yok sesinizde.” Masanın üzerinden bana doğru eğilmeye çalıştı. “Madem normalleştik, artık makul bir yanıt verebilirim. Sizi arıyordum, çünkü kendimi bulmak istiyordum.”
Adamın makul dediği yanıta bakar mısınız?
“Bende kendinizi mi bulacaktınız? İyi de benimle ne alakanız olabilir ki?”
Gizemli bir sesle mırıldandı.
“Cinayetler, evet cinayetler. Öyle tuhaf tuhaf bakmayın yüzüme, evet, bizi birbirimize bağlayan şey, sizin çözmeye çalıştığınız cinayetler.”
Yazarların biraz kafadan çatlak olduğunu duyardım ama bu düpedüz kaçıktı. Yine de ikna olmaya açık polis rolünü sürdürdüm. “Tam anlayamadım. Yani romanlarınızdaki cinayet sahnelerini daha gerçekçi yazmaktan mı bahsediyorsunuz?”
Küçümseyen bir ifade belirdi kirli bir sakalla çevrili yüzünde.
“Onları yazmak çocuk oyuncağı. Bunun için gazetelerin üçüncü sayfa haberlerini okumam yeterli. Hayır, cinayetlerin nasıl işlendiği pek ilgilendirmiyor beni. Beni ilgilendiren katiller ve kurbanları...”
Yok, adam sahiden delirmişti. Konuşurken gözlerinde beliren şu parıltı, burun deliklerinin tutkuyla açılıp kapanması, yüzündeki o heyecan. İki yıl önce sorguladığım bir seri katili hatırlattı bana. Yoksa... “Beni kana susamış bir cani sanmayın” dedi sanki aklımdan geçenleri okumuş gibi. “Bırakın birini öldürmeyi, bir karıncayı bile incitemem. Hayır, beni ilgilendiren insanların en saf haline ulaşmak. Maskelerimizin düştüğü, rollerimizden sıyrıldığımız o olağanüstü mertebeye.”
İtiraf etmeliyim ki kafamı karıştırmayı başarmıştı. “Nasıl ulaşacaksınız o mertebeye?”
Yalancıktan kaşları çatıldı.
“Beni dinlemiyor musunuz, elbette cinayet sayesinde.”
Galiba gerçek yüzü yavaş yavaş açığa çıkıyordu. “Cinayet sayesinde demek... Hani kimseyi öldüremezdiniz?”
“Öldüremem. Aslına bakarsanız bunu ihtiyaç da duymam.”
Dayanamayıp kestim sözünü.
“İnsanlar öldürmeye ihtiyaç mı duyar?” Sanki karşısında dünyadan habersiz biri varmış gibi acıyarak süzdü beni. “Herkes birilerini öldürmeyi düşünür Başkomiserim. En azından bir anlığına aklından geçirir. Cinayetlerin çoğu da bu anlık öfke patlamaları sonucunda gerçekleşir. Ama ben onlardan değilim. Romanlarımda o kadar çok insanın canına kıydım ki, işi gerçek hayatta birini öldürecek kadar ileri götüremem. Çünkü birini öldürmek dünyanın bütün yükünü sırtlamak demektir. Hayır, cinayet sayesinde derken, bu sıradışı ölüm biçiminin insanların üzerindeki etkisinden söz ediyordum.”

Haberin Devamı

SİZ FARKLISINIZ

Hayatta çok zırva dinlemiştim ama en berbatı entelektüellerin ağzından dökülenlerdi. Artık sabrımın sonuna geldiğinden,
“Hangi insanlar?” dedim sıkıntıyla. “Katil mi, kurban mı?”
Eksik kalmış gibi hevesle tamamladı.
“Her ikisi birden ve elbette siz.”
Olaya beni katmazsa olmazdı zaten. “Ben mi?”
Hayal kırıklığına uğramış gibiydi.
“Elbette siz. İşlenen cinayetin ruhunuzda yarattığı etkiler. Başka bir polis olsaydı mesleki deformasyona uğrar, cinayetleri kanıksar, işini yapar geçerdi. Ama siz farklısınız. Her kurbanla birlikte siz de ölüyorsunuz, her katille birlikte, siz de can alıyorsunuz. Can almanın dayanılmaz azabını vicdanınızda duyuyorsunuz.”
“Gerektiğinden fazla anlam yüklüyorsunuz bana.”
Sağ elini boşlukta salladı.
“Hayır, hayır övgü değil bunlar hakikat. Cinayet insanların yüzlerindeki maskeleri düşürür, korkakları, cesurları, iyileri, alçakları ortaya çıkarır. Oynamaya çalıştığımız roller bedene uymayan giysiler gibi sıyırılır üzerimizden. İnsanın ruhu bir anlığına da olsa görünür olur. İşte biz yazarlar için cinayetin önemi burada gizlidir. İnsan ruhunu olanca çıplaklığı içinde anlatmamızı sağlar.”
Bu çılgın yazar sonunda işlediği cinayeti itiraf ediyordu işte.
“O yüzden mi öldürdünüz Tarlabaşı’ndaki o adamı?”
Bir an sustu, uzun uzun yüzüme baktı. “Evet, bu yüzden öldürdüm, cinayetin insan ruhunun üzerindeki etkisini görmek için” diyeceğini sandım, yapmadı.
“Ben kimseyi öldürmedim” dedi umutsuzca başını sallayarak. “Raskolnikov’un o yaşlı kadını öldürmesinden Dostoyevski ne kadar sorumluysa, Tarlabaşı’nda bulduğunuz cesetten ben de o kadar sorumluyum.” Yaptığı hatayı anlamış, edebi söz oyunlarıyla yakayı sıyırmaya çalışıyordu.
“Artık çok geç” dedim otoriter bir sesle. “Yakında kullandığınız bıçağı da buluruz. Belki de sizi gören biri çıkar maktulü öldürürken.”
Ne itiraz etti, ne de bir tepki verdi, sadece bakışlarını odanın kapısına dikti. “Hiç oraya bakmayın,”’ dedim kesin bir tavırla. “Suçunuzu itiraf etmeden bu odadan kurtulamazsınız.”
Açılan kapının gürültüsü yanıtladı sözlerimi. Aralanan kapıdan yardımcım Ali’nin yakışıklı yüzü göründü: “Katili yakaladık Başkomiserim. Adam, bıçağı yok etmeye çalışıyordu.”

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!