Her kim ki çalışamaz Eşeğe bindirilip köyüne gönderile...

Güncelleme Tarihi:

Her kim ki çalışamaz Eşeğe bindirilip köyüne gönderile...
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 30, 2010 00:00

Zonguldak’ta son 60 yılda tam 4 bin işçi grizu patlamaları ve iş kazası sonucu hayatını kaybetti, 400 bini yaralandı. Yazar Metin Köse, en son 32 işçinin şehit düştüğü grizu patlamasıyla gündeme gelen şehrin Osmanlı’ya uzanan acılarla dolu 143 yıllık tarihini romanlaştırdı; Mükellefiyet. Çok ilginçtir; Başbakan’ın tepki çeken “kader” sözcüğüyle başlıyor kitap.

GERMINAL’İ OKUDUM, HAYATIM DEĞİŞTİ: Devrekliyim, Kozlu’da büyüdüm. 1992’de 263 madencinin hayatını kaybettiği büyük grizunun meydana geldiği kuyunun kenarında büyüdüm. Madenci çocuğuyum. Bütün akrabalarım madenci. Kitap fikri, Emile Zola’nın madencilerin isyanını anlattığı Germinal romanını okuduktan sonra yerleşti. 1973’te küçük bir çocukken Kozlu’daki grizuda kuyu başında annemle birlikte ağlayarak göçük altında kalan babamı bekliyorduk. Kurtuldu oradan. Son kazada küçük bir madenci çocuğunun, “Anne üzülme, babamın elbiselerini koklarız” demesi beni çok etkiledi.

ELMAS, SALTANAT KAYIĞIYLA BATTI: Neden bu kentte insanlar hep madende çalışır? Çünkü maden kentin kaderi haline gelmiştir. 1867 yılına gidiyoruz. 2. Mahmut bir gün kendisine hediye edilen buharlı gemiyle Silivri’de gezerken odun biter. Dalga, geminin arkasına takılı saltanat kayığını, içindeki çok sevdiği elmas ile birlikte batırır. Buna çok kızar padişah, kömür üzerindeki ısrar böyle başlar. Yenileşme hareketiyle kömür ihtiyacı ortaya çıkar. İngiltere’den buhar gemileri satın alınır. Gariptir; gemileri çalıştırmak için kömür de yine o ülkeden alınır. Padişah İngiltere’den Tabakat-ül Arz (Jeoloji Derneği) başkanını çağırır.

SIRBİSTAN’DAN TAŞ OCAĞI İŞÇİLERİ: Zonguldak’tan kömür çıkarmaya karar verilir. Birkaç deneme yapılır, verim alınamaz. Çünkü madenciler Dalmaçya, Karadağ ve Sırbistan’dan getirilen taş ocağı işçileridir. Sultan Abdülmecit, Osmanlı’nın son Kaptan-ı Deryası Ahmet Resim Paşa’ya talimat verir. “Bu kömürü donanmada kullanıyorsunuz, o halde üretmek de sizin göreviniz” der. Karzek Dilaver Paşa Ereğli Sancağı’na Maden Bakanı (Maadin Nazırı) olarak tayin edilir.

KABUL EDİLMEDİ, FİİLEN UYGULANDI: Paşa Ereğli’ye yerleşir. Dilaver Paşa gelir gelmez 100 maddelik bir nizamname hazırlar. Meşhur Dilaver Paşa Nizamnamesi’ni anlatan ilk roman benim kitabım. 20. maddesi derki; “Ereğli Sancağı 14 kariyesi köylerde 13-50 yaşlarında olan erkeklerin sağlam olanları ocaklarda kazmacı, kürekçi, katırcı olarak çalışmakla mükelleftir.” Dilaver Paşa nizamnameyi Şuray-ı Devlet’e gönderir onay için. Osmanlı nizamnameyi kabul etmez fakat fiilen uygulanır.

EŞEĞE BİNDİRİLİP GÖNDERİLE: Muhtarlar köylüleri ocaklara getirip götürmekle sorumlu tutulur. Devrek ile Kozlu yürüme mesafesi 60-70 kilometre. İnsanlar yürüyerek götürüldükleri madende 12 gün dönüşümlü çalıştırılırlar. Ahalinin bir yarısı 12 gün, diğer yarısı 12 gün... Mesai gün doğumundan gün batımına. Şartlar çok ağırdır, başlarında jandarma vardır. Ocaktan kaçmak suçtur. Madde 30: “Her kim ki çalışamaz duruma gele, eşeğe bindirilip köyüne gönderile” der. Ocakları Osmanlı Devleti işletmez. İşletenler Ermeni ve Rummüteşebbislerdir.

İŞÇİLER EL VE AYAKLARINI KESER: İşçiler bu ağır şartlardan kurtulabilmek için bilerek el ve ayaklarını keserler. Madde 31: “Madenden kaçan ya da kaçana yardım eden birisi ibret olarak kaçış süresinin iki katı çalıştırılarak cezalandırılır” der. Maden Zonguldak köylülerinin kaderi haline böyle getirilir, kader burada başlar.

KAZMA-KÜREK PARASI İŞÇİDEN: İnsanlar açıktan köle haline getiriliyorlar. Güya para veriyorlar, iki kuruş yevmiye. Paralar zamanında verilmiyor, verirken de; amelenin madende kullandığı kazma, kürek kırılırsa parasını da ondan kesiyorlar. Yani ameleye kazma, kürek satıyorlar. Zaten aldıkları iki kuruş parayı da köyüne giderken eşkiya yolunu kesip alıyor. Burada üretilen kömürlerden elde edilen paradan Mekke ve Medine’ye kandil yağı parası gönderiliyor. Mekke’de yanan kandillerin parasını Zonguldak’taki madenciler ödüyor.

ZONE-GÖLDAĞ, ZONGULDAK: İngilizler gelip giderken bu bölgeyi tarif için hemen girişteki Göldağ’dan hareketle “Göldak Bölgesi” anlamında “Zone-Göldak” diyor, şehrin adı Zonguldak oluyor. Atatürk’ün ölümünden sonra 1940’ta Milli Koruma Kanunu çıkarılıyor. İkinci mükellefiyet başlıyor.

ŞİRKET GELİP CAMİ YAPTI: Bu bölgede maden hep siyasete kurban gitmiştir. Hiçbir zaman iyileştirme yapılmamıştır. 1957 senesinde Devrek’in Dedeoğlu köyü bir grizuda yok oldu, köyde erkeklerin tamamı öldü. O günkü kömür şirketi, EKİ o köye gelip cami yaptırdı.

SANDUKA İSTİYORUZ: Buradaki insanlar Ecevit’i çok sever. Bir gün Ecevit’i ziyarete gitmiş bu insanlar ve demişler ki ona; “Sanduka istiyoruz.” Sendika yani. Ecevit anlattı, kendi sesinden kaydı var. Ecevit’e CHP’den kendisine “Yahu sen ne yapıyorsun, komünüstliği mi getireceksin bu ülkeye” diye tepki gelmiş. O dönem, Zonguldak’ta devlet her hak isteme hareketini komünizm olarak görüyor.

“ÜTÜ”LERDE BİT TEMİZLİĞİ: İşçiler bu yıllarda Etüvlere sokuluyor. Hani Hitler döneminin Yahudileri büyük hortumlarla yıkıyormuş gibi gazla boğdukları odalar vardır, onun gibi bu işçilerin üzerine büyük hortumlarla su sıkıp yıkıyorlar, bit salgınına karşı. İşçiler ütü diyor bu büyük kazanlara. O kadar yoruluyorlar ki; dışarı çıktıklarında madende uyuyor adamlar.

ZAGOR OKUYORDUM, SİRENLER ÇALDI: Orta birde Zagor okuyordum evde, birden sirenler çalmaya başladı. İnsanlar kurulmuş yay gibi gecekondu evlerinden, rampalardan koşmaya başladılar. Kuyunun başına koşuyor insanlar. Jandarma çeviriyor, kimseyi yanaştırmıyor. Kuyunun başında ağlıyorsunuz. Babam ölürse herşeyim bitecek, herkesin ocakta oğlu, kocası, kardeşi var.

BİR ÇOCUĞUN GÖZÜNDEN MÜKELLEFİYET

Roman, köylülerin jandarma zoruyla maden ocaklarında çalıştırılmasını bir çocuğun gözünden anlatıyor. 13 yaşındaki Ahmet ve babası Şakir, köylülerle birlikte zorla madene götürülür. Yörük köylülerinin başına Sırp, Karadağ ve Dalmaçyalı ocak çavuşları verilir. Çavuşların üretimi artırmada en büyük kozu ellerindeki kırbaçlarla saldıkları korkudur. Madenden kaçanlar jandarma tarafından yakalanıp herkesin gözü önünde dövülür, atın kuyruğuna bağlanıp dolaştırılır. Madenden kurtulmak imkansızdır. İnsanlar kurtuluş için bile bile ellerini ve ayaklarını keserler. Ahmet, bir çocuk olarak tüm bu acılara şahit olur. En çok köyün deresinde çamurdan ev yaptığı günleri özlemektedir. Madende yakınlarını, babasını kaybeder. Artık maden bir ölüm kampına dönmüş, köylüler “köle” haline gelmiştir. Bir gün grizu patlamasında insanların parçalanmış cesetleriyle karşılaşır.

EMILE ZOLA’NIN GERMINAL’İ

Emile Zola’nın 1885’te yazdığı Germinal, kömür madencilerinin çalışma koşullarını ve yaşamlarını gerçekçi bir dille aktaran önemli romanlardan biridir. Adını “tohum, ürün, bereket” anlamına gelen Germinal sözcüğünden alan bu roman, yazıldığı dönemde öylesine büyük ün kazanmıştı ki; Zola’nın cenaze törenine katılan işçiler “Germinal, germinal” diye bağırmışlardır. Kasabadaki işçiler atadan babadan madenciler ve bu madenci kasabasında doğup maden ocağında ölüyorlar. Madendeki tüm işçilerin kaderi, küçücük yaşlarda madene bir mahkûm gibi inmek ve ölüsü çıkana kadar orada çalışmaktır. Eşleri ve çocuklarıyla, artık açlıktan kırılmak yerine harekete geçmek gerektiğine inanan binlerce madenci, “ekmek, ekmek” çığlıklarıyla isyan başlatır.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!