Paydos zili

O’nunla kavga-dövüş, sevgi-gülüş koca bir hayatı paylaşmış, O’nun tezgahında dokunmuş, O’nun tedrisatından geçmiş, O’nu çok daha iyi tanıyan insanlardan özür dilerim öncelikle.

Oğuz Aral’ın ardından bir yazı yazmak, esasında benim haddim değil. O’nunla oturup muhabbet etme zevkine nail olduğum seferlerin toplamı hepi topu üçtür neticede...

Gelin görün ki bir taraftan da bir ömürlük takipçisiyim. Okuma yazmayı söktüğüm günden beri, gereksiz taramalardan kaçınmak gerektiğini bilirim. (Uygulayamam, ayrı...)

Yani Marlon Brando’nun ardından yazı yazılabiliyorsa, Oğuz Aral’ın ardından da yazılabilir dedim.

Umarım saygısızlık addedilmez, umarım becerebilirim...

Oğuz Bey ile ilk kez gazeteye geldiği bir akşamüstü tanışmış, oturmuş içki içmiş, sohbet etmiştik.

Ben, sözlüye kalkmış, azarlanacağından emin bir ilkokul öğrencisinin tedirginliğiyle beklerken, o lafa ‘Bir-iki küçük tavsiyede bulunabilir miyim?’ diye girmişti.

Körün istediği bir göz, Allah vermiş Oğuz Aral... Alnımın ortasında üçüncü bir göz açılacakmış gibi bir acayip histi.

Oğuz Bey, son derece zarifti ve hiç beklemediğim kadar mültefitti...

Son yıllarda üslûbunun eskiye nazaran çok daha yumuşak olduğunu duymuştum, herhalde onun ekmeğini yiyordum. İnanamamıştım...

‘Yalnız, hata yapıyorsun, lafı çok uzatıyorsun. Mizah, direkt yumruk çakmaktır. Marifet, espriyi patlatıp, darbeyi indirip, nakavt etmektir. Sündürmemek gerekir. Lafı uzatırsan, bir süre sonra geviş getirmeye benzer.’

Bir nev’i ‘gereksiz taramalardan kaçın’ dersiydi.

Bununla birlikte, akılda tutulması gereken birçok şey daha söyledi. Konular önerdi, fikirler verdi...

İkinci sefer, yine gazetedeydik. Babacan bir tavırla, başımı okşadı. Sonra şakacı bir edayla yüzünü buruşturdu ve ‘Hani daha kısa ve kompakt yazacaktın? Uzun yazıyorsun, çok uzun’ diyerek mahsusçuktan kulağımı çekti.

Son görüşmemiz, bir pazar günü, onun evindeydi.

Güneşli bir gündü; telefonla uyandım. Latif ve Kanat, Oğuz Bey’e ziyarete gitmişler.

Oğuz Bey; ‘Şu bizim kızı da çağırın,’ demiş. Davetten öte şeref telaki ettim. Uça ese gittim...

Kapıyı gülüm gülüm bir tebessümle açtı, şövalye jestleriyle içeri buyur etti.

Kahvaltı vakti, biranın başına çöktük.

Latif ve Kanat, Oğuz Bey’in evlatları sayılır. Dolayısıyla ortamın misafiri, yeni çocuğu, harici elemanı bendim.

Dolayısıyla ‘doğal olarak’ şamarkızı da bendim. Hayatımda yediğim en tatlı şamarları yedim.

‘Söyle bakalım, yemek pişirebilir misin?’

‘Söyle bakalım, kimleri okursun, ne dinlersin?’

‘Anlat bakalım, ne yer ne içersin?’

Ben kemküm anlatmaya çalıştıkça da bir eskrimcinin salvolarına benzer soru ve yorumlarla beni yerin dibine soktu soktu çıkardı.

Çok komikti, çok tatlıydı...

Akşam saatlerine kadar, hikáyelere girdi çıktı, sorular sordu, sitemler etti, tatlı tatlı fırçalar kaydı...

Ve giderayak yine aynı şeyi söyledi. ‘Banane, beter olsun gerzek’ diye düşünmedi, üşenmedi, derse bıraktığımız yerden, sabırla devam etti: ‘Hiç söz dinlemiyorsun’ diye lafa girdi.

Ve neden böyle olması gerektiğini uzun uzun izah ederek, málûm konuyu tekrar huzura getirdi.

Zihnime nakşolmuş bir film karesi şimdi: Sandalyesinde bir balet zerafetiyle bacak bacak üstüne atmış Oğuz Aral. Çatık kaşlarının altından şefkatle bakıyor. Sağ elinde cinle dolu bardağı var. Sol elinin baş ve işaret parmaklarını neredeyse bitiştirmiş; ‘Kısa... Daha kısa...’ diyor.

Ders bitti, zil çaldı, Oğuz Bey gitti...

Üç kısa görüşmede bile nasıl özenle ve nasıl sabırla bir ders belletmeye, bir şey öğretmeye çabaladığını düşünüyorum da Gırgır tezgáhından geçmiş ve onu daha yakından tanıma şansını yakalamış bütün o talebelere, çömezlere daha da çok gıpta ediyorum.

Sözüm söz... Becerebildiğimce, nispeten kısa cümleler kuracağım.

Yapmaya gayret ediyordum zaten ama artık daha sıkı çalışacağım.

Selámetle Oğuz Bey... Oğuz Bey, güle güle...

Sizi son nefesime kadar, soluğum yettiğince hep saygı ve tebessümle anacağım...

Sadece işte değil, hayatın her alanında, elimden geldiğince lüzumsuz lafazanlıktan, gereksiz taramalardan kaçınacağım.

Not: Asparagas bugün de kapalı... Bu da böyle bir hafta oldu, neylersiniz. Kader utansın.
Yazarın Tüm Yazıları