Park Etmek=Terk Etmek

Sabah işe giden ve akşam evine dönen; yaşlısı, genci, sürücüsü, yayası, polisi, belediyesi, İstanbul halkının tamamı, "trafikte yaşadıklarımızdan bıktık" diyor.

Herkes birbirinden şikayetçi. Herkes her konuda kendine göre haklı. Otomobilinizi park edeceksiniz yer yok. Şikayet ediyorsunuz, "ne çok araç var" diye. Ertesi gün siz park ediyorsunuz, park edemeyen bir başkası da aynı şeyi söylüyor, caddeler dolu diye. Dert etmeyin, zaten park etmek aracı terk etmekle aynı şey, neresi olursa olsun park et ve hemen uzaklaş ki biri gelip bir şey demesin, istemesin.

Yaya geçidi falan fark etmez, yeter ki park olsun. Yani araçlarla yakın temastayız. Yürürken bile sürtünmek zorundayız. Otomobilimizden fazla uzaklaşmak istemiyoruz nedense. "At, avrat, silah" atasözündeki beygirle, otomobil eş anlama geldiği için hep göz önünde tutmaya çalışıyoruz birisi atlar kaçar diye. Aracımızı yakında bir parka bırakıp, gideceğimiz yere metro, taksi gibi araçlarla gitmeyi tercih etmiyoruz. Daracık sokaklarda park etmek uğruna trafiğin ana caddeyi tıkamasına kadar varan sıkışıklıklar yaratıyoruz. Tüm bunlara rağmen park ettik, geri geldiğimizde otomobil bıraktığımız yerde yok. Çalındı mı? Çekildi mi? Çekici o kadar aracın arasından sizinkini buluyor, ara da bulasın hangi parka çektiler. Aranırken aklınızda çekicinin şoförü. Kızmayın, sizin yerinize aracınızı parka götürmüş. Böyle bir durumda vale hizmeti aldığınızı düşünün, memnun kaldıysanız aynı yere park etmeye devam edin. Hatta park bile etmeyin, olduğu yere bırakın, arkanızı döndüğünüzde araç çoktan çekicinin üstünde gidiyor. Bir de geri getirme hizmeti verseler hizmette kusur olmayacak. Düşünsenize, çekicinin şoförünü cepten arıyorsunuz, "benim otomobili getirin" diyorsunuz, etrafa karşı da havalı bir görüntü veriyorsunuz. Cezası mı? Bu havaya göre hiç de fazla değil biliyorsunuz. Katlı otoparklarımızın sayısı çok az diyebiliriz. Öyle ama, yine de parklar dolmuyor. Çünkü böyle bir alışkanlığımız yok, olması için bir neden de yok.

ARAÇLARI YOK ETMELİYİZ

Değişik rivayetlere göre 12 ile 17 milyon kişinin yaşadığı şehirde her yer otomobillerle dolu zannediyoruz. Aslında durum hiç de öyle değil, bu nüfusa göre araç sayısı en az üç katı olmalı, olacak da zaten.

Otomobillerin çok gözükmesinin nedeni, hep caddelerde, hep gözümüzün önünde olmasından kaynaklanıyor. Neredeyse otomobilleri suçlar duruma geldik. Asıl suç, zamanında binaları yapanlara, otopark yaptıramayanlarda. Şimdi ne yapacağımıza bakmak lazım.

Şehir içinde yukarıya doğru katlı otopark yapacak alan bulmak zor. Biz de yerin altına doğru inelim. Yeşil alanların ve geniş caddelerin altına yeraltı otoparkları yapalım. Paris’te Champs Elysees Bulvarı’nın altında olduğu gibi eski binaların yıkılıp yenisinin yapılmasına, otopark yapılması kaydı ile izin verelim. Deprem hasarlı binaları tamir etmek yerine yıkıp otopark yapılmasına teşvik verelim. Park yasağı cezalarını ciddi şekilde arttırıp, otomobilleri göz önünden kaldıralım, yollar da rahatlasın, biz de rahatlayalım. Üstelik, yakın gelecekte park sorununun trafik çilesini katlayacağını da, hepimiz biliyoruz. Cezalar pahalı ve caydırıcı olmayınca, çözüm de gelmiyor.

CEZALAR ÇOK ARTMIŞTI

Yolda yürüyorum, bir firmada yönetici olarak çalışan arkadaşım elinde süpürge yolu süpürüyor. "Hayrola bu durum ne" diye sorunca, "okulun önündeki trafik ışıklarında kırmızıda geçtim, üç ay ehliyetime el kondu, beş gün de okulun önünü süpürme cezası aldım" diyor, "kolay gelsin" diyor, yürümeye devam ediyorum. Az ileride park yapılmaz levhasının altında tanıdık bir sanatçı zabıta kıyafeti giymiş, "film çektiğimizi zannetme, üç kez park yeri ihlali yaptım, ehliyetime iki ay el kondu, üç gün buraya kimseyi park ettirmeme cezası aldım, buna da şükür" diyor. "Nasıl yani neyine şükrediyorsun" diyorum, bir tanıdığı yayaya çarpmış, ehliyetine bir yıl el konmuş, yaralı hastaneden çıkana kadar morgda çalışma cezası verilmiş. İrkiliyorum.

Günün yorgunluğu ile televizyonda haberleri seyrederken hafiften uyuklaya kalmışım, hepsi rüyaymış. O sırada televizyon, 19 kişinin hayatını kaybettiği kazanın son dakika haberini geçiyor, her gün olduğu gibi. Düşünmeden edemedim, bu rüyayı siz görseydiniz o kazaya sebep olan sürücü, nasıl bir ceza alırdı. Belki de sorumlu kişilerin artık uyanmasının zamanı geldi.
Yazarın Tüm Yazıları