Paris, hem Kıbrıs hem AB’yi satıyor

Başbakan Villepin iç politika zoruyla yaptığı açıklamayla, Türkiye kadar Kıbrıs’ı ve AB’yi de çok güç duruma soktu. Bu çıkmazdan nasıl kurtulacağını da kimseler bilmiyor.

Şu günlerde Paris bomboş. Kimseler yok. Kimi ararsanız “tatilde, ay sonu dönecek” yanıtını alıyorsunuz. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve dışişleri bakanlığında, sadece günlük işleri yürüten memurlar var. Onlarda, işleri parmak ucuyla tutuyorlar.

Bende zorunlu olarak, yaz aylarını Paris’te geçirmeye mahkum Türk diplomatlar ve Fransız siyasetçilerle konuşup, havayı koklamaya çalıştım. Tabii ne kadar koklanacak hava kalmışsa, o kadarıyla yetindim. İki hafta içinde durumu daha iyi anlayabileceğiz.

Başbakan Villepin’in, “Türkiye’nin Kıbrıs’ı resmen tanımadan müzakerelere başlamasına Fransa’nın itirazı olduğu” yönündeki açıklaması ve Cumhurbaşkanı Chirac’ın da bu yaklaşımı destekler bir tutum sergilemesi hala konuşuluyor. Yapılan yorumlarda son derece ilginç.

Genel kanı, Başbakan’ın bu çıkışı tamamen iç politika nedenleriyle yaptığı şeklinde. Son haftalarda Chirac- Villepin ikilisinin reytinglerindeki artış, Sarkozy’e karşı mücadelenin hızını yükseltmiş. Hele Almanya’da da Merkel’in seçimi kazanma olasılığında, Türkiye faktörünün Sarkozy tarafından kullanılmasını engelleme isteği ağır basıyor.

Ancak Villepin’in bu adımı atarak çok büyük bir siyasi hata yaptığı, kendi ayağına kurşun sıktığı şeklinde de yorumlanıyor.

Nedeni de çok basit.

1. Fransa 17 Aralık’ta alınan kararın Kıbrıs’ın tanınması anlamına gelmeyeceğini çok açık şekilde belirtmiştir.

Şimdi bu tutumuyla, Fransa Türkiye’ye verdiği sözü geri almış olacaktır. Bunun da bir siyasi faturası çıkacaktır.

2. Fransa bu tutumuyla, Kıbrıs ve Yunanistan’ın beklentilerini bozan, bu iki ülkede büyük bir hayal kırıklığı yaratan adım atmış olacaktır.

Kıbrıs ve Yunanistan’ın hesapları, Türkiye ile müzakerelerin başlamasını engellemek değildir. Bu iki kardeş Türkiye ile müzakere başlamazsa büyük hayal kırıklığına uğrayacak ve beklentilerini hiçbir şekilde elde edemeyeceklerdir. Onlar, müzakerelerin başlamasını ve müzakare sürecinde, Türkiye’den ödünler koparmayı planlamışlardır. Daha Türkçe deyişle, “Kıbrıs ile Yunanistan bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek istemektedirler”. Fransa’nın tutumu ise, bu iki ülkenin işine gelmemekte, ancak seslerini de çıkaramamaktadırlar.

3. Fransa, Avrupa Birliğini sözünde durmayan, bugün söylediğini yarın değiştiren bir kurum durumuna sokmaktadır.

AB’yi rahatsız eden unsurların başında, Fransa’nın bu tutumuyla Avrupa’yı Kıbrıs ile Türkiye arasında bir seçim yapmaya itmesi gelmektedir.

Avrupa Komsiyonu başta olmak üzere, üye ülkelerin önemli bir bölümü, Türkiye ile 3 Ekim müzakerelerinin başlatılmasından yana görünmektedirler. Henüz bilinmeyen unsur, Fransa’nın bu tutumunu vetolama noktasına kadar götürüp götürmeyeceğidir.

4. Fransa, İngiltere ile bilek güreşi yapmaktadır.

Fransa’nın yaklaşımını yorumlayanların önemli bir bölümü, bu çekişmenin temelinde, Paris-Londra çekişmesinin yattığını da saklamamaktadırlar.

İSTEDİĞİNİ ELDE EDEMEZSE NE OLACAK?

Siyasi ve diplomatik yorumcuların üstünde durdukları nokta, Villepin hükümetinin Türkiye müzakerelerini engelleyemediği taktirde kaybedeceği prestij. “Bunu nasıl yapacakları belli değil. Erteleme kararı çıkmazsa Villepin kendi eliyle kendi ayağına kurşun sıkmış olacak” diyen bir diplomatik kaynak “hangi hesapla hareket ettiklerini Eylül başı daha iyi anlayacağız” diye devam etti.

Ortada garip bir durum var.

İç siyasetin baskısını hepimiz anlıyoruz, ancak Fransa’nın siyasi hesabındaki parametreleri göremiyoruz.

Cumhurbaşkanı Chirac gibi, geçen Aralık ayında kahramanca bir tutum sergilemiş bir politikacının, tutumunu böylesine değiştirmesi sadece iç politika ile anlatılabilir mi?

Chirac’ın vizyonu ve bugüne kadar sergilediği yaklaşım, bugün gördüğümüz Chirac ile hiç bağdaşmıyor. Demek ki, iş politikaya gelince ne vizyon kalıyor, ne tutarlık.

Fransa’nın tutumu, belli bir ölçüde, Alman seçimleriyle şekillenecek. Merkel’in kazanması durumunda Türkiye konusunda takınacağı tavır, Fransa’nın yaklaşımını da etkileyecek.

Benim çok merak ettiğim, bağcı dövmek yerine üzüm yemek isteyen Kıbrıs ve Yunanistan’ın tutumları olacak. Gelişmelere seyirce mi kalacaklar, yoksa büyüklere doğru mesajları mı yollayacaklar.

Bütün bu gelişmeler, Türkiye-AB takvimini de büyük oranda etkileyecek. Eğer, 3 Ekim gününe kadar neler olabileceğini merak ediyorsanız, yarın yine bu köşe’de buluşalım...
Yazarın Tüm Yazıları