Özlem...

GERİDE kalan her şey iyi olsaydı insanlık ilerlemezdi diye düşündüğümüz için biz "Eskiden böyle miydi?" diyenlere katılmayız.

Ama bir konu var ki, kim ne derse desin biz de "Eskiden böyle miydi?" diyor ve gerideki örnekleri özlemle anıyoruz.

Seçim meydanlarında ve televizyon, radyo programlarında siyasi liderlerin yaptığı konuşmaları izliyorsunuz. Birbirlerine dönük suçlamalar karşısındaki tepkilerini -daha doğrusu tepkisizliklerini- görüyorsunuz.

Eğer eski seçimleri, özellikle de 1946’dan 1965’e yani Sayın Süleyman Demirel’in ilk başbakan olduğu tarihe kadar yaşananları anımsıyorsanız, eminiz bize katılırsınız.

Bakıyoruz meydanlarda "Al saatimi sana 15 bin dolara bırakayım"lar konuşuluyor. Sanki seçim yapmıyoruz, sorunlarımızın çözümüne ilişkin politikaların anlatılacağı bir ortamda değil de bir hayvan panayırındaymışız gibi bağıra çağıra mal pazarlığı yapıldığına tanık oluyoruz.

Örneğin, Başbakan’ın kolundaki Franck Muller marka saatin değerinin 15 bin dolar mı yoksa daha yüksek mi olduğunu konuşuyoruz...

Başbakan alenen "10 bin dolara sana bırakırım" diyerek Deniz Baykal’a öneride bulunsa bile, asıl mesele bize kalırsa o saati Sayın Başbakan’ın kendi cebinden ödediği parayla mı aldığıdır. Uzman geçinenlerin 43 bin dolar eder dedikleri saati Tayyip Erdoğan eğer kendisi aldıysa kaynağını açıklamak zorundadır. Saat kendisine hediye edildiyse kim tarafından, ne zaman, hangi vesileyle bu hediyenin kendisine verildiğini öğrenmeye kamuoyunun hakkı vardır. Çünkü Başbakan, kamu kaynaklarını kullanma konusunda en geniş yetkilerle donatılmış kişidir. Bu konumdaki kişinin her hareketinin hesabını kamuoyuna vermesi bir lütuf değil ahlaki bir görevdir. Ortada hálá yasal bir düzenleme olmaması da 350’den fazla milletvekiliyle 4.5 yıl iktidarda bulunan AKP’nin ayıbıdır.

Sadece kolundaki saatin değil Sayın Başbakan, oğlu Ahmet Burak Erdoğan’ın bir ortağıyla birlikte 3 milyon ABD Doları’na satın aldığı bildirilen 4 bin küsur tonluk gemi için peşinat olarak ödediği bildirilen 500 bin ABD Doları’nın kaynağını ve bankadan alındığı ileri sürülen kredinin koşullarını da kamuoyuna açıklamakla yükümlüdür.

Başbakan’ın bir yandan çocuklarını yurtdışında okutabilmek için Remzi Gür isimli sanayicinin burs vermesine katlanıp öte yandan servetindeki artışın hesabını vermeden ülkeyi yönetmeye talip olması, demokrasilerin hazmedeceği bir durum değildir.

Meydanlarda bu hesabın sorulması ve onun yanıtının verilmesi doğrudur ve gereklidir. Nitekim eski yıllarda olan fakat bugün artık önemsenmeyen budur. Tabii demokratik yaşamın kalitesini düşüren de bu tür hesapların gereksiz sayılması veya sorulunca verilmemesidir.

Sadece Başbakan’ın değil, AKP iktidarı ileri gelenlerinin evlatlarının birdenbire göz kamaştıran ticari başarılara imza atmalarının arkasındaki mucize de açıklanmaya muhtaçtır. Keza bu yetenekli mahdumların çoğunun neden "gemiciliğe" merak sardıkları da ayrı bir konudur.

Biz çocuklarına ve yakınlarına ticaret yapma yasağı koyan, hesabını veremeyeceği bir kuruşu cebine atmayan liderler döneminden geldiğimiz için eskiyi özlüyoruz.
Yazarın Tüm Yazıları