Özalizm'in faturaları

TOPLUM olarak bugün bir zamanlar övgüler düzüp göklere çıkardığımız Özal döneminin faturalarını ödüyoruz.

Özal, serbest pazar ekonomisini yerleştirme uğruna toplumun bağlı olduğu bütün ahlaki değerleri yerle bir etmişti.

Hiçbir kural tanımadan, plansız, programsız uyguladığı model sadece ‘‘Kafayı kullanıp köşeyi dönme’’ uyanıklılığına dayanıyordu.

Türkiye içerde ve dışarda hesapsız bir borçlanma stratejisine yöneldi.

Yüksek faizlerle bulunan borçlar sanayi yatırımlarından çok altyapı yatırımlarında kullanıldı.

Özalvari şovlarla sunulan bu yatırımların ihaleleri keyfi bir şekilde Özal tarafından çevresine dağıtıldı.

Gerçek sanayici, yatırımcı önemsenmedi, tarım bir kenara itildi, hayvancılık tamamen dışlandı.

İçerden ve dışardan alınan ve ülkenin geleceğini ipotek eden milyarlarca dolarlık borcun büyük bölümü abuk subuk yerlere harcandı.

Gerçi iletişim alanında çok büyük gelişme sağlandı.

Otoyol, baraj, elektrifikasyon ve turizm yatırımları ülkeye büyük bir dinamizm getirdi.

Ama bunun yanında üretime dayanmayan ‘‘parayla para kazanma’’ anlayışı da toplumda iyiden iyiye benimsendi.

Halk, olmayan bir pastayı yemeye alıştırıldı.

* * *

Türkiye buna benzer bir dönemi 1950-1960 arasında da yaşadı.

Özal belki de kendisini, geçmişteki politikacılar içinde en fazla Menderes ile bu yüzden özdeşleştiriyordu.

Adnan Menderes de o dönemde Türkiye'ye akan Amerikan yardımlarını akıllı yatırımlara yönelteceğine şovlara dayalı yatırımlara yöneltti.

Yollar, barajlar, limanlar yaptı. Yerli yersiz birçok ile şeker ve çimento fabrikaları kurdu.

Köylüye, büyük kentlerin imarına hiçbir hesaba dayanmadan para akıttı.

Bütün bunlar yapılmalıydı kuşkusuz, ama gelen yardımlar ve alınan borçlar daha üretken yatırımlara yönlendirilseydi oradan gelen paralarla altyapı yatırımları ülkeye yük olmayacak şekilde gerçekleştirilebilirdi.

Menderes de tıpkı Özal gibi hasapsız kitapsız gitti, ülkenin geleceğini dışa bağımlı hale getirdi.

Sonunda deniz bitti. Borç bulunamaz oldu ve ülke döviz dar boğazına girdi.

Ekonomi durdu, ülkede huzursuzluklar başladı. Hazıra alışmış olan kesimlerden şikáyetler yükseldi.

İktidar antidemokratik yollara saparak sert bir dikta rejimine yöneldi.

İlk büyük tepki üniversitelerden geldi. Öğrenci olayları başladı.

Sonunda Türkiye 27 Mayıs 1960'ta, çok partili demokrasiye geçtikten 14 yıl sonra askeri ihtilalle tanıştı.

O siyasi kadro perişan oldu, Menderes, Polatkan ve Zorlu idam edildi.

Türkiye'nin yaşadığı ilk ihtilal kana bulandı.

* * *

Tekrar bugüne gelirsek... İçine düştüğümüz ve çıkmak için çırpındığımız felaketin en önemli nedenlerinden biri Özalizm mantığıdır.

Normal yollardan para kazanmak yerine, kestirmeden malı götürme anlayışının egemen olduğu bir ülkede krizden çıkılması da zor oluyor.

Türkiye bu krizde ne acıdır ki yabancı bankalarla işbirliği yapan dolar zengini vatandaşlarının ihaneti ile tanıştı.

Bu konuda kendi vatandaşını denetim altına alamayan hükümet, yabancı bankaları uyarmak zorunda kaldı.

İşte Türkiye'den yurtdışına döviz kaçıran bu anlayış Özalizm'in mirasıdır.

Eğer bu insanların yurt sevgisi erozyona uğratılmasaydı, bu kriz bu kadar derinleşmeden atlatılabilirdi.

Ne yazık ki 1980'lerin başından günümüze kadar süregelen köşe dönmeci kafa yüzünden bugünkü ağır faturaları ödemek zorunda kaldık.

Ve Türkiye daha yoksullaştı, olan da gariban halka oldu.
Yazarın Tüm Yazıları