Madımak Oteli’nin yakınındaki örneğin bir bakkalla, manav arasında bozuk para alışverişi dışında daha "bozuk" bir alışveriş olmuş mudur o katliamın ertesi sabahı.
Gözyuman polis, 5-6 saat boyunca hiç birşey yapmadan emir bekleyen subay, silahını caydırıcı amaçla bile kullanmayan milletvekili, çığırtkan bir kareyle basına yansıyan belediye başkanı, yangına zamanında müdahale etmeyen itfaiye çavuşu, Sivas’ın "merkez" valisi, hala o günün ikilemini yaşıyor mudur.
Ya ıstırabını...
* * *
Ölene katlanmaktan daha mı kolaydır, öldürene katlanmak.
Böyle bir cinayetin sırrına ortak olmaktan, saklamaktan, daha yaman bir şey var mıdır, ha?
Ölenlerin akrabaları, acının hüzne dönen pansumanıyla öğrenmiştir yaşamayı.
Ya öldürenlerin yakınları.
Bir annenin bakışlarından "Acaba o da mı yakanlardan" sorusunu kovması kolaymıdır ha?
Her yıl 2 Temmuz’da yüreğine çöreklenen o kuşkuyu...
"Oy madımak kuşkuşu yemlik" türküsünü değil diline, zihnine bile yasaklamış mıdır?
Öldüreni bağışlamışsa şu ya da bu nedenle o günlerde.
Kendini bağışlamış mıdır...
* * *
Maraş katliamının ardından, ruhunu değiştiremese de, soyadını değiştirdi, vekil bile oldu bazıları.
"Aferin öldürdün hainleri, komünistleri" diyen bir baba, bir ağabey belki her dem bulunabilir bu ülkede.
Bunu yürekten di(le)yen anneler de var mıdır, ha?
"Oğlun katil" diyen bir kanıta karşı, oğlunu umarsızca, iyice küçülen süklüm omuzlarıyla savunmaya çalışan bir anne varsa, yazık o rahme, rahmete, toprağa...