Osmanlı ideolojisi ve İstanbul

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Osmanlı İmparatorluğu’nun 700. Kuruluş yıldönümü şu günlerde çeşitli biçimlerde kutlanmakta.

Bunlardan yazılı olanları, gelecekteki kalıcılıkları açısından çok önemsiyorum.

Böyle bir katkı da, Erol Özkoray’ın yayıncılığını üstlendiği İdea Politika dergisinde yer aldı.

Ünlü tarihçilerimizden bir Ortaçağ uzmanı olan Mehmet Ali Kılıçbay, İdea Politika’nın son sayısında Osmanlı ideolojisi üzerine kısa ama çok değerli bir makale yayınladı. Burada Osmanlı’nın düşünce yapısının temel kavramları açıklanıyor.

* * *

Kılıçbay yazısının bir bölümünde İstanbul’a değinmekte.

Yazının bu kısmından bazı alıntılar yapmak istedim.

Yazar şöyle söylüyor: 'Osmanlı’yı bir devlet olarak kuran olgu olan İstanbul’un fethi, onun aynı zamanda antik geleneğe uygun bir başkent imparatorluğu haline de getirmiştir. Antik imparatorluk, her şeyden önce bir başkent çerçevesinde örgütlenen ve şekillenen gevşek bir siyasal birliktir. Bir cins iç kolonileştirme modeline göre oluşan bu siyasal-ekonomik formasyonda asıl amaç, taşranın başkentin görkemini üretmek üzere şekillendirilmesidir.'

* * *

Kılıçbay, yazısında İstanbul ile taşra arasındaki ilişkiyi de açık bir biçimde ortaya koymakta.

Şöyle diyor: 'Halkalar halinde periferileştirilen eyaletlerin artık üretimi vergi veya buna benzeyen zor veya yasal alım yöntemleriyle başkente aktarılmakta, böylece başkent -yani İstanbul- bir şehr-i yegane olarak ortaya çıkmakta.'

* * *

Yazının ilerleyen satırlarından bu şehr-i yegane’nin diğer taşra kentlerinin aleyhine bilinçli olarak yaratıldığı savı var. Başkent muhteşemliğini taşranın sefaleti pahasına üretirdi deniyor.

Böylece İstanbul’da ortaya çıkan ihtişam, taşranın artık ürününün başkente aktarılmasının ideolojik temelini oluşturuyordu iddiası öne sürülüyor.

* * *

Yazının İstanbul’la ilgili bölümünün ilk kısmı, 'Osmanlı ideolojisinin ilk öğesi, bir şehr-i yegane olarak İstanbul’dur. Osmanlı, kendi imgesini İstanbul’da oluşturmuş ve İstanbul Osmanlı’nın aynası olmuştur.' deniyor.

Ya taşra? Onun cevabı da var: 'Bu durumda taşra, Osmanlı’nın kendi değil, bağımlısı, görkeminin aracıdır ve bundan başka hiçbir şey değildir' diye yazmış Mehmet Ali Kılıçbay.

* * *

İstanbul’la ilgilenen herkes için ilginç ve üzerinde düşünelecek bir metindi. Ben çok etkilendim...

Etiler Hünkár

Feridun Ügümü adı, bu köşenin -veya pazar yazılarının müdavimlerinin- hiç yabancısı sayılmaz.

Zaman zaman geleneksel Türk mutfağının bu önemli şefinden övgüyle söz ederim.

Feridun, Fatih’in anıt kurumlarından elli yıllık Hünkár Lokantası’nın şefi ve sahibinin oğludur. Babası ve kardeşi ile bir aile işletmecisi olarak bu övünülesi esnaf lokantasını işletir. Türk mutfağının paha biçilmez hazinesini en lezzetli biçimiyle yaşatmaya çalışır.

* * *

Uzun zamandır kendisinin bir hayali vardı. Esnaf lokantası geleneğini çok daha şık bir ortamda sürdürmek.

Yemedi, içmedi, parasını har vurup harman savurmadı. Elindeki ve avucundaki bütün birikimi Etiler’de düşlediği bir restorana yatırdı. Ortaya mütevazi ama şık bir biçimde dekore edilmiş, kar gibi beyaz masa örtüleri olan yazın her saatinde püfür püfür esen bir bahçede, ağaçlar altında masaların yerleştirildiği harika bir lokanta açtı.

Fatih’teki elli yıllık yerlerinde yaptıkları aynı leziz yemekleri burada da sunuyor.

* * *

Birkaç gün önce 'hayırlı olsun' demek için uğradım. Müthiş bir beğendi ile aynı güzellikte bir kuzu tandır tattırdı. Ardından nefis bir bamya yedik. Bir de mis gibi tereyağla pişirilmiş nohutlu pilavla yemeği noktaladık.

Feridun’un tek kusuru, Fatih’te olduğu gibi Etiler Hünkár’da da içki satmaması.

Ama o gün Necati Akçağlar ve eşi ile kızı büyük bir yemeksever olan sevgili Leyla Hanım’ın ziyaretinden sonra Necati Bey’in zarif bir not eşliğinde yolladığı 1994 Chablis şarabını açtı.

Türk yemekleri iyi bir şarapla ne kadar güzel oluyormuş meğer?

* * *

Haberin Devamı

Yolunuz Etiler’e düşerse Hünkár’a mutlaka uğrayın.

Yazarın Tüm Yazıları