Ortalama birinden daha üstünüm çünkü orijinal Louis Vuitton çantam var

Yukarıdaki beyanat maalesef bana ait değil. Ben Louis Vuitton etiketli tek bir çöpü bile bulunmayan, vasat mı vasat biriyim.

Hatta avam takımından diyelim olsun bitsin. Ama benzinciden alınmış Louis Vuitton çanta şeklinde bir çakmağım var. Orijinal olmadığı konusunda güçlü tahminlerim bulunsa da bu durum belki beni bir nebze kurtarır.

Başlıktaki şuursuz açıklama ise, internetin yeni yıldızı Facebook’taki bir grubun adı. Markalara tapanlardan oluşan grubun 57 üyesi var.

Bu devirde göstere göstere marka tapınmacılığı zaten yeterince kötü ve demode, bari kendilerine Louis Vuitton’dan daha havalı bir marka bulsalarmış. Louis Vuitton bana artık marka seviciliğin karikatürize olmuş halinin simgesi gibi geliyor. Taklitçilik müessesesinde kült bir figür olduğunu kabul etmek lazım tabii. Bugüne kadar çok Louis Vuitton çanta gördüm ama kaçı gerçekti bilmiyorum.

Grubun sloganı şöyle: Eğer Louis Vuitton, Chanel, Prada, Burberry veya Gucci gibi tasarım bir çantaya sahipseniz ve bu yüzden diğer insanlardan daha önemli olduğunuzu düşünüyorsanız, bu grup tam size göre.

Grubu, Los Angeles’ta yaşayan ve kendini Coco Chanel zanneden biri kurmuş. Üyeler grubun sayfasına markalarla ilgili okudukları haberleri, bu haberlerle ilgili yorumlarını falan yazıyor. Örneğin bir tanesi, "Paris Hilton Louis Vuitton seviyormuş, o hepimizden daha iyi olduğuna göre, tıpkı onun gibi hepimizin birer Louis Vuitton alması gerekir" demiş.

Dalga mı geçiyor, ciddi mi anlayamadım.

Grubun üyelerinden biri de Neil Boorman. Kendisi "Markaların Şenlik Ateşi" isimli kitabın yazarı. Müzik yapımcısı ve stil dergisi editörü olarak yıllarca markalarla çevrili bir hayat yaşadıktan sonra birden delirivermiş, bundan tam 1 yıl önce Londra’nın göbeğinde evinde ne kadar markalı ürün varsa hepsini ateşe vermişti. Ondan sonra markalardan uzak yaşamaya çalıştı, tecrübelerini kitap yaptı.

Boorman, marka kullanma saplantısından mustaripti. Sokakta kendine güvenerek dolaşabilmesi için üzerinde markalı kıyafetler, havalı bir cep telefonu filan olması gerekiyordu. Yiyeceklerin bile markalısını seçiyordu.

Boorman’ın BBC News’a verdiği demece bakılırsa ilk bir ay cehennem gibi geçmiş. Evi, zincir markalarla dolu bir caddede bulunduğundan en ufak bir şeyi almak için bile arka sokaklardaki dükkanları bulması gerekmiş. Daha önce 1 saatte yaptığı alışverişler, tüm gününü işgal etmeye başlamış. Kıyafetlerinin bazılarını terziye diktirmiş.

Markalar olmayınca kendini iyi hissettirecek başka şeyler aramaya başlamış. Psikoterapisti, kendisini medyanın aklına soktuğu imkansız idealler ile harap etmemesini salık vermiş. Markalara boğulmuş benliğini arındırdıkça, kendisinin gerçekte kim olduğunu daha iyi anladığını söylüyor.

Boorman son bir yılını nasıl geçirdiğini gün be gün internet blog’u aracılığıyla insanlarla paylaştı. Merak edenler bonfireofthebrands.com’a göz atabilir.
Yazarın Tüm Yazıları