Önce avantaları keselim...

GAZETEDE sütun yazarı olanlar bilir... Bazen yazacağınız şey çok, ama yeriniz dar olur. Çaresiz bazı lafları kısa keser, bazısını da başka bir yazıya bırakırsınız:

Son günlerde sık sık değinmekte olduğumuz ‘‘devletin iki yakasını bir araya getirmek için neler yapmalıyız?’’ sorusuna vermeye çalıştığımız yanıt gibi...

Bu çerçevede vurguladığımız bir nokta var:

Devletin avanta muslukları kesilsin diyoruz.

Lakin herkes başkasının avantasını görüyor, sıra kendisininkine gelince, konuyu açmanızdan bile rahatsızlık duyuyor.

Aslında bu konularda sonuç almanın kolay olmadığını kendi dünyamızdan da biliriz:

Bundan tam 40 yıl önce yani 1961'de ‘‘Gazetecilerin taşıdığı Sarı Basın Kartlarına tanınan parasal imtiyazlar (bedava taşımalar yahut indirimli tarifeler) kaldırılmalıdır’’ dedik diye o tarihte yayınlanan Yeni Sabah Gazetesi aleyhimizde birkaç gün yayın yapmıştı. Tabii o yayınlar kendi meslektaşlarımızın çoğu tarafından alkışlanmıştı.

Neyse ki Sarı Kart'lara tanınan parasal imtiyazların sonu nihayet geldi. Ötekilerin de sonu gelecek... Gelecek ama biraz vakit alacak.

Şimdi isterseniz söze devam edelim de tepkileri bekleyelim:

Türkiye'de modadır... Biri bir şeyi ortaya atar, örneğin bakanlıkların sayısının çok olduğunu söyler, sanki bu sayı 35'ten 20'ye inerse ciddi bir tasarruf sağlanacakmış gibi, bakarsınız herkes aynı şeyi söylüyor. Oysa kimse ‘‘Türkiye'nin dış ülkelerdeki temsilcilikleri’’ üzerinde durmuyor. Örneğin eski bakanlarımızdan tanınmış diplomat, Van Milletvekili Kamran İnan, geride kalan nisan ayında Başbakan Ecevit'e başvurarak ‘‘Devletin yurtdışında (3300'ü Dışişleri Bakanlığına mensup) 7500 maaşlı personeli bulunmaktadır. (...) Bunların yüzde 80'i ihtiyaç dışıdır ve yabancı dil bilmemektedir. 63 başkonsolosluğumuzdan bazılarının bölgelerinde hiç Türk bulunmamaktadır. Hazine Müsteşarlığı'nın dışarıda ihtiyaç olmadığı halde 50'den fazla müşaviri, büro ve temsilcileri bulunmaktadır. Örnek olarak Münih'te Hazine Müşaviri'nin ne yaptığını anlamak mümkün değildir’’ dedi. Merak ediyoruz, dedi de ne oldu?

Keza Türkiye 30 yıldır insan gücü ihraç etmiyor. Gurbetçi lafı öldü. Ama Çalışma Bakanlığı hálá pek çok ülkede Çalışma Müşaviri bulunduruyor. Bulunduruyor da bunlar ne iş yapar diye kimse sormuyor.

Bunlar buz dağının ucu denebilecek birkaç örnekten ibaret. Yoksa bilinsin ki istisnasız her kurumun -örneğin Meclis'in, Danıştay'ın, Yargıtay'ın, Anayasa Mahkemesi'nin bile- kendi personeline veya daha önce çalışmışlarına sağladığı avantalar var. Bunların tamamının üstüne yürüyen, herkese başkalarından hiç de farklı olmadığını kabul ettiren bir anlayışı egemen kılmadıkça, açık konuşalım... Ne kendimize karşı dürüst davranmış oluruz, ne de bu devletin iki yakasının bir araya geldiği günü görebiliriz.
Yazarın Tüm Yazıları