GeriSeyahat Ölüşehir
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Ölüşehir

Ölüşehir

Sahildeki yazlık siteler, kumsalı kucaklayan oteller dimdik ayakta. Süs havuzları boşalmış, palmiyeler eskisi kadar yeşil. Dükkânların kepenkleri kapalı, caddeleri otlar, çalılar sarmış.

Sadece rüzgârın ve dalgaların sesi duyulan kumsal ahşap şemsiyeleri, paslanmış şezlonglarıyla tatilcileri bekliyor. Sanki bir zil çalacak, kıyı denize koşan kalabalıklarla dolacak, çevrede neşeli çocuk çığlıkları yankılanacak. Kıbrıs’ın ölüşehri Maraş, dikenli tellerin ardında. Tam 38 yıldır.

Anadolu coğrafyasında sonuna “şehir” sözcüğü, önüne bir ad ya da sıfat eklenen kentler vardır. Eskişehir, Kırşehir, Nevşehir gibi. Avrupa Birliği’nden dışlanmış bir Türkiye günün birinde Kuzey Kıbrıs’ı sınırlarına dahil ederse bu kentlere bir başkasını eklemek gerekebilir: “Ölüşehir” yani “Kapalı Maraş”. Rumların Varoşa dedikleri, bir zamanlar adanın en gözde sayfiye ve eğlence merkezi olmuş, şimdiyse bir hayalet kentten farksız o eşsiz güzellikteki kıyı. “Barış Harekâtı”ndan sonra silahlı kuvvetlerimiz buraya dek ilerlemiş, ileride pazarlık yaparız düşüncesiyle Magosa’nın bu bölgesini de almıştı. Askeri strateji açısından ordunun yayılması gerekiyordu belki, Magosa kuşatıldığında mücahitler kahramanca direnmişti, ama bu bölge de ele geçirilince ada nüfusunun yüzde 18’ini oluşturan Türkler yüzde 40 gibi bir toprak egemenliğine sahip olmuşlardı.

SOPHIA LOREN’İN MANZARALI VİLLASI

O zamandan bu yana 38 yıl geçti, kısa bir ömür eder. Ama Maraş hâlâ “kapalı”. Ölü bir kentin geçmişin hayaletleriyle dolu sokaklarında dolaşır gibi dolaştım oralarda. Terk edilmiş villalar, yıkık duvarlar, moloz yığınlarıyla devrilmiş ağaçlar, ayrıkotlarının kapladığı bahçeler gördüm. İster istemez Cahit Sıtkı Tarancı’nın ünlü dizesi düştü aklıma: “Bu kaçıncı bahçe gördüğüm tarumar.” İki yıl önce Lefkoşa’da Birleşmiş Milletler’in “Buffer Zone”, Rumların “Nekri Zoni” yani “Ölü Alan” diye adlandırdıkları Yeşil Hat’ın ortasında kalan boş bir alanda dolaşmıştım. Bu kez Maraş’ı ziyaret etmek istedim. Askeri bölge olmasına rağmen arabayla girebildik, durmamak, fotoğraf çekmemek koşuluyla bir ucundan da olsa dolaşabildik. Gördüğüm insansız, kepenkleri kapalı evler, duvarlarında hâlâ mermi izleri taşıyan lüks oteller, boşaltılmış dükkânlardı. Ölüm sessizliği sinmişti her yere, topraktan vahşi bitkiler, sazlıklar, savaşta yanmış ağaçların kökleri fışkırmıştı. Cinler tek kale maç yapıyordu karanlık sokaklarda. Bir zaman olmuş, Türk’ü, Rum’u, İngiliz’i hatta Japon’uyla buralarda da insanlar yaşamış, sevmiş sevilmiş, sefa sürüp belki de acı çekmişlerdi. Sophia Loren’in bile bir villası vardı kıyıda; kumarhaneler ve eğlence yerleri Las Vegas’inkilerden farklı değildi.

/images/100/0x0/55eac768f018fbb8f8962a80

KIBRIS’IN EN GÜZEL ŞEHRİYDİ

Anlatılanlara bakılırsa Kıbrıs’ın en canlı, en güzel köşelerinden biriydi burası, tüm Akdeniz sayfiyelerindeki gibi öyle neşeli, sıcak, yaz aşklarına aşina. Yahya Kemal’in deyimiyle aşinalığın aşka dönüştüğü bir yerdi, diyeceğim. Şimdiyse bir ölüşehir. Sokaklardan arabayla geçerken farların ışığında iki katlı evler, bahçelerinde palmiyeler görüyordum. Sanki geçmişte kalan, geri gelmesi artık mümkün olmayan bir dünyanın hayali kıpırdıyordu karanlıkta. Kimseler yoktu ortalıkta, ne bir ses ne bir nefes duyuluyordu. İnsan olmayınca başka canlı yaratıklar da olmuyor, bir kedi bile sokulmadı yanıma. Ömrümde ilk kez Saraybosna’da görmüştüm savaşı, burada, Maraş’taysa “Barış Harekâtı”ndan yıllar sonra gördüğüm, Goya’nın tablolarındaki vahşetin öteki yüzüydü. Yani insansız, cansız, yaşamasız bir ölü kent, savaşın çoğumuza aşina olmayan, belki de uzaktan duya duya artık kanıksadığımız yüzü.

SAKAL YASAĞINA TAKILDIM

Yasak bölgeye girdiğimi ama beni buraya getiren dostlarla bir çay molası için Orduevi’ne giremediğimi itiraf etmeliyim. Askeri kamusal alan yalnızca türbana değil, sakala da karşı. “Abi sakalını kestir de gel!” diyen nöbetçi ere bu sakalı değirmende değil Paris’te ağarttığımı, dolayısıyla böyle durup dururken, daha doğrusu bir yasak nedeniyle kestiremeyeceğimi söyledim ama ne demek istediğimi anladığından emin değilim. 12 Mart Muhtırası’ndan sonra da bıyıklarımıza takmışlar, kesmeyenleri kışla disiplini uygulanan üniversitelerden atmışlardı.

Diyeceksiniz ki yalnızca bunları mı gördün Magosa’da? Hayır, Gazimağusa’da güzel şeyler de gördüm. Örneğin Kıbrıs’ın en eski gotik kiliselerinden biri olan Aziz Nicolas’ı. Osmanlı fetihten sonra camiye dönüştürmüş yapıyı, o güzelim vitraylı cepheye bir bodur minare eklemiş. Şimdi adı Lala Mustafa Paşa Camii, ibadete açık. Akşam namazında içeriye girdim, cemaat beş kişiden ibaretti.

14 ÜLKE, 25 ŞEHİR

Yazarımız Nedim Gürsel, bir kısmı gazetemizde de yayımlanan seyahat yazılarını “Yine Bana Döneceksin” başlığı altında topladı. Doğan Kitap’ın yayımladığı seçkide Gürsel’in 1990’lardan bu yana gezilerinde kaleme aldığı 33 yazı yer alıyor. Yazar Akdeniz’den yola çıkıp Avrupa’ya, ardından Rusya ve Latin Amerika’ya uzanıyor. 14 ülkeden, 25 şehri anlatıyor.

False