Ölümü kimse tanımıyor

Güncelleme Tarihi:

Ölümü kimse tanımıyor
Oluşturulma Tarihi: Şubat 16, 2017 11:08

‘Gençlik’ (Youth) filminin oyuncularından Robert Seethaler, Avusturya Alpleri’nde kendi dünyasında yaşayan Adreas Egger’in hayatını anlattığı ve Man Booker’a aday gösterilen romanı ‘Bütün Bir Ömür’le Türkçede. Kitabı vesilesiyle konuştuğumuz Seethaler’in Türkiye’den en sevdiği yazar Sait Faik.

Haberin Devamı

Robert Seethaler aslında Viyana doğumlu, yetenekli, ödüllü bir oyuncu. Kendisini son olarak Paolo Sorrentino’nun ‘Gençlik’ (Youth) isimli filminde Luca Moroder karakteri olarak izledik. Ama yazarlık kariyeri de yabana atılacak değil: ‘Der Trafikant’ romanıyla dünya çapında tanındı, bu söyleşimize vesile olan romanı ‘Bütün Bir Ömür’ (Ein Ganzes Leben) ise Man Booker dahil çok sayıda ödüle aday gösterildi. Kitap, Avusturya Alpleri’nde kendi dünyasında yaşayan Andreas Egger’in hayatını ‘konsantre’ şekilde anlatıyor. Egger’in 144 sayfaya sığan hayatı sizi etkileyecek. Seethaler’in dili ve kurgusu kitabın neden bu kadar övgü aldığını da anlamanıza yardımcı olacak. Seethaler ile kitabından yola çıkıp ölüme kadar uzanan yelpazede yazıştık...

‘Bütün Bir Ömür’ü okurken kendi kendime şöyle dedim: Andreas yaklaşık 80 yıl yaşadı, fakat hayatında çok az şey oldu. Peki ya ben? Benim hikâyem ne kadar uzun olacak?
Bu soruyu kendin yanıtlamalısın. Senin hikâyen ne kadar uzun olurdu? Kendi hikâyeni okumaktan zevk alır mıydın? Hikâyenin kahramanını seviyor musun? Mutlu sonla mı bitiyor? Bu tür sorularla zaman harcamaktansa, hayatı dolu dolu yaşamak daha iyi olur. Yaşamak yazmaktan, ileriye bakmak da geçmişe bakmaktan daha iyidir.

Haberin Devamı

Romanda Andreas Egger’in hayatını (Türkçe çevirisinde) 144 sayfada anlattınız. Sizce bu, bir hayatı anlatmak için yeterli mi? Kendi hayatınızı 144 sayfaya sığdırabilir miydiniz?
Bir hayatı her ayrıntısıyla özetlemek, hele 144 sayfada anlatmak mümkün değildir. Bin sayfa da 10 bin sayfa da bir hayatı anlatmaya yetmez. Anlatılanlar sadece ilgi çekici olaylar, resimler ve önemli anlardır; ölüm döşeğindeki bir insanın geriye baktığında yaşamına dair hatırlayacağı şeyler. Bu geçmişe bakış bir seçimle sınırlandırılmalıdır. Ve insanın şansı yaver giderse, bu seçim sayesinde hayatın özünü kavrayabilir.

Kitabınızdan bir ifade: “Doğduğumuz an ölmeye başlarız.” Bu doğru ancak bu ifade beni üzüyor. Çünkü ölüm her saniye yaklaşıyor ve bunu önlemek mümkün olmayacak. Ölüm hakkındaki fikirlerinizi öğrenmek istiyorum.
Bu konuda fikrim yok. Ölümü tanımıyorum. Kimse tanımıyor. Sadece ölmenin nasıl bir şey olduğunu biliyor ve bundan korkuyoruz. Ölüm, ancak yaşarken düşünebileceğimiz bir kavram. Ölümle uğraşmanın sadece bir amacı vardır, o da bizi daima yaşama geri göndermesidir. Ya korkudan donup kalırız ya da yaşamımıza anlam ve değer katarız. Seçim bize kalmış.

Haberin Devamı

Kitapta Andreas Egger’in anılarından bahsediyorsunuz. Bu anılar arasından size ait olan ama Andreas Egger’e aitmiş gibi yazdığınız biri var mı?
Tam anlamıyla öyle olan yok. Olsa olsa duygu belleğinin etkileri olabilir. Geçmişime ait sesler ya da hafif bir titreşim. Olaylar ve kişiler hayal ürünü.

Kötü bir dünyada yaşıyoruz. Terör olayları her yerde, memleketim İstanbul’da ve sizin memleketlerinizden biri olan Berlin’de. Her geçen gün ölümü daha sık düşünmemizin sebebi bu olabilir mi?
İnsanların terör olaylarından dolayı ille de ölümü düşündüğünü zannetmiyorum. Aksine, daha çok yaşamı düşünüyorlar bence. Terörün anlamı, yaptığı çağrışım dehşetten başka bir şey değil. Dehşet bizi felç edebilir. Ve bizi yaşama şekli açısından daha bilinçli ve içten bir toplumsal birliğe yöneltebilir.

Haberin Devamı

Türkiye’de ve tüm dünyada en beğendiğiniz yazarları sormak istiyorum.
Cervantes, Sait Faik.

Hangisinden daha çok haz alıyorsunuz: Oyunculuk mu yazarlık mı?
Çocukken ciddi bir görme problemim vardı ve Viyana’da görme engelliler okuluna gittim. Çocukluğumda kendi küçük dünyamda yaşardım. Muhtemelen yazarlığı bu yüzden seçtim. Daha çok bir içselleştirme yöntemiydi. Oyunculukta kendinizi dışa vurmanız ya da iç dünyanızı görsel hale getirmeniz gerekir. Bu hiçbir zaman benim güçlü yanım olmadı. Sahneye çıktığımda yer yarılsa da içine girsem diye düşünürdüm. Ama filmlerle sıkıntım yok; kameraların sessiz hoşgörüsü beni korur.

Yazma alışkanlığınızdan biraz bahsedebilir misiniz? Metni tamamladığınızda ilk kim okuyor? En çok eleştiriyi kimden alıyorsunuz?
Açıkçası ben çok tembelim. Canım ne zaman isterse o zaman yazıyorum. Genellikle avare avare şehirde gezinirim. Arada bir eve gider ve biraz daha yazarım. Ama bu hiçbir zaman birkaç cümleyi geçmez. Koca bir günde yalnızca bir cümle yazdığım zamanlar da olur. Hatta bazen onu bile yapmam. Sayfaların neden zamanla dolduğunu bilmiyorum. Ama zaten benim kitapları genelde kısa.

Haberin Devamı

New York Times’a verdiğiniz mülakatta, küçük bir kasaba-bir üzüm bağı üzerine yeni bir roman projeniz olduğunu söylemişsiniz. Bu projeniz nasıl gidiyor?
Her zamanki gibi bu çok zorlu bir iş. Hikâyeler üretmek, cümleler kurmak ve kelimeleri seçmek için adeta savaş veriyorum. Bazen bilinçaltımdaki resimleri ve görüntüleri bir kayaya kazımam gerekiyormuş gibi hissediyorum. Gariptir ki bu oldukça eğlenceli bir iş. Bu zorluk sadece görünürde bir engel. Zaten kolay olsaydı, özel olmazdı.

Ölümü kimse tanımıyor
Bütün Bir Ömür
Robert Seethaler
Timaş Yayınları, 2016
144 sayfa, 14.50 TL.

 

BAKMADAN GEÇME!