Okuma parçası

AŞAĞIDAKİ metin, "Haber10.com" adlı internet sitesinde dini konularda yazılar yazan İhsan Eliaçık’a aittir.

Eliaçık, benim dikkatle takip ettiğim bir yazar...

Ezber bozan ve hep işin özünü yansıtan bir yaklaşımı var...

Ayrıca...

Bunu yaparken, "içeriden" konuşmaya da özen gösteriyor.

Ben Eliaçık’ın "Din ve dindarlık" konusunu ele alış biçiminin dikkate değer olduğunu düşünenlerdenim...

Mesela...

Aşağıdaki metin, dindarlığın ülkemizdeki yanlış tezahürlerine enteresan bir teşhiste bulunuyor...

Ben çok etkilendim...

Belki siz de "üzerinde düşünmeye değer" bulursunuz diye...

Bugün bu köşede sözü İhsan Eliaçık’a bırakıyorum...

(Not: Yazının tamamını "Haber10.com" sitesindeki "Yazarlar" bölümünde bulabilirsiniz.)

* * *

"Din ve ibadet denince neden namaz, oruç, hac, başörtüsü, cüppe, sakal vs. gibi birkaç şekli ibadet ve görüntüden başka bir şey düşünülemiyor?

Çünkü din ve ibadet anlayışımızın içi boşaltılmış ve muazzam bir anlam kaymasına uğramıştır.

Artık namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, başını örtmek gibi ritüel ve figürler iyi bir Müslüman olmanın değil; nereye, hangi kampa, hangi mahalleye mensup olduğunuzun göstergesi haline gelmiştir.

Bu ritüeller, Peygamber zamanındaki işlevlerini kaybetmiş, dahası sahici özelliklerini yitirmişlerdir.

Kişinin iyi bir Müslüman olduğunun anlaşılması için artık başka şeylere bakmak gerekir... İyi bir Müslüman olmak için, her şeyden önce iyi bir insan olmak lazımdır.

Bu da iyilik, güzellik, doğruluk yolunda yürümekle...

Sevgi ve merhametle dopdolu olmakla...

Sözün namusu ile yaşamakla...

Hakka hukuka tecavüz etmemekle...

Kalbi adalet ile çarpmakla...

Saf bir yürek temizliğine sahip olmakla...

Güzel ahlak sahibi olmakla...

Her türden kötülükle aktif mücadeleyle...

Komşusu açken tok yatmamakla...

Ve insanların elinden ve dilinden emin olduğu bir kişilik sahibi olmakla mümkündür.

Din ve ibadetin özünü bunlar oluşturur.

Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe inanmak, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek bunları sağlar, bunlara vesile olur, bunları doğurur. Doğurmuyorsa yaptığınız tapınak dini ve ibadetidir."

’Persepolis’ hakkında

BU zamana kadar İran hakkında yapılan filmlerde, "karanlık molla düzeni" vurgusu yapılırdı... Sanki Şah dönemi İran’ı güllük gülistanlıkmış gibi...

İlk kez "Persepolis" adlı animasyon filmde, "Şah dönemi kötüydü ama molla dönemi daha da kötü" teması işleniyor.

Bu önemli bir farklılık...

Bu açıdan "Persepolis"in inandırıcılık ve etkileyicilik oranı yüksek...

Kaba saba bir propaganda filmi olan "Kızım Olmadan Asla" gibi, "Bu kadar da olmaz" dedirtmiyor en azından...

Ancak...

Yine de rahatsız edici bir tarafı var bu filmin...

Bu rahatsızlık, anlatılan İran’ın kimin İran’ı olduğu sorusu sorulunca ortaya çıkıyor.

Üst sınıflardan Marksist bir ailenin çocuğunun gözünden anlatılan İran ile Şah’ın askerlerinin açtığı ateşe karşı göğüslerini siper eden gençlerin ailelerinin gözünden anlatılacak İran arasında tabii ki fark olacaktır.

Keşke bir de onlar anlatsalar bize İran’ı...

Ha unutmadan! Bir keşke daha var...

Persepolis’e Fransızlar destek çıkmış ya...

Keşke bir de Cezayir-Fransız ortak yapımıyla, Cezayirli küçük bir kızın gözünden Fransızlar anlatılabilse... Ne eğitici, ne dramatik bir film olurdu, kim bilir?

ŞAİRİN DONU

"İKİNCİ sınıf edebiyatçı / Birinci sınıf şarkı sözü yazarı" "sevgili" Murathan Mungan’ın, Sabah gazetesine verdiği röportajda, "Popüler olmaya göz koysaydım piyasadakileri donumda sallardım" şeklindeki sözlerini okuyunca "Vay! Hisli şaire bakın siz" dedim...

Yanlış anlaşılmasın:

Adam şair diye kendisinden her daim "Fecri Ati" edebiyatçısı kıvamında konuşmasını beklemiyoruz.

Ama herhalde "Murathan’ın donu" ile "Fecri Ati edebiyatçısı tarzı konuşma" arasında bir yer de vardır...

Bir miktar edebiyat pırıltısı taşıyan herkes, "Donumda sallarım" lafını aşan bir laf bulabilir...

Değil mi ama...

* * *

Keşke tek mesele bu "don" meselesi olsaydı...

Mungan’ın röportajına bakınca...

Aşka dair yaklaşımının da hayli banal olduğu ortaya çıkıyor...

Mesela "Türkiye’de aşk imkansız çünkü eğitimli insan ve yeterli tesis yok" bağlamında bakın neler söylüyor:

"Türkiye’de aşkın Oxford’u vardı da ben mi gitmiyorum? (...) Nasıl zorluk çekiyorsanız işe adam almakta, kalifiye eleman bulmakta; aşık olmak için de o kalifiyede, o vasıflarda insan giderek azalıyor. (...) Türkiye’nin şu andaki malzemesini düşünün. Bu malzeme içinde uygun birini bulsanız bile, bu dekorda ne yaşayacaksınız?"

Görüyor musunuz edebiyatçımızı?

Neredeyse sözü "Eğitim şart abi"ye getirecek...

Bir de aşk için ülkemizde gerekli dekor yokmuş...

Yani bizde de Roma’daki "Aşıklar Çeşmesi" falan gibi bir mekan olsa tutmayın Murathan’ı siz...

İlahi Murathan! Bizi güldürdün, Allah da seni güldürsün e mi?
Yazarın Tüm Yazıları