O hâlâ dinç, hâlâ genç...

Oktay EKŞİ
Haberin Devamı

Nereden başladık, nereye geldik?

Cumhuriyet'in 74'üncü yıldönümünde, hepimizi ilgilendiren soru budur.

Görüşümüz açık: Geriye baktığımız zaman yirminci asrı en iyi değerlendiren ulusların belki de birincisi olduğumuzu rahatça söyleyebiliriz.

Üstelik bunu, bizim gibi Atatürk Cumhuriyeti'ne inanmışların değil, ona hiç de sempati ile bakmadığı bilinen, örneğin Refah Parti'li ağızların da -çoğu kez istemeden- söyledikleri bir gerçektir.

İnanmayan, Necmettin Erbakan'ın başbakanlığı döneminde yaptığı konuşmaları incelesin. Dünyanın en saygın ve etkili devletlerinden birinin başbakanı olduğunu kaç kere ifade etmiş, bizzat görsün.

Ve ‘‘Laik cumhuriyet kurulalı hemen her şey yanlış yapıldıysa bu noktaya nasıl geldik?’’ diye kendisi sorsun.

Gerçekten Türk ulusu, Kurtuluş Savaşı'nı kazanan ve cumhuriyeti kuran evlatlarının daha birinci günden itibaren uyguladıkları politika ve izlediği programlar sayesinde, temel çizgisini kırmadan bugüne geldi. Örneğin Yunanistan, Almanya, İtalya, Rusya, İspanya, Bulgaristan, Yugoslavya gibi ikide bir rejim değiştirmedi.

Atatürk'ün cumhuriyeti kurduğu sıralarda önünde Osmanlı hanedanını devirip yerine kendi adıyla bir saltanat düzeni kurma olanağı vardı.

Halife olmasını önerenlere rahatça ‘‘Evet’’ demesi mümkündü.

O dönemin sınıf devrimi rüzgârlarına kapılıp -üstelik Rusya devrimcileri Mustafa Kemal'in mücadelelerine sempati duyuyorlar, ayrıca silah ve malzeme yardımı yapıyorlardı- Türkiye'yi ‘‘Bolşevik’’ yapabilirdi. Zaten bu tür suçlamalar da yok değildi.

Mustafa Kemal o tür heveslere hiç kapılmadı. Yönetimi ulusa devretmeyi amaçlayan Cumhuriyet'i kurdu. Ve kurduğu cumhuriyet gelişerek, Müslüman ülkelerden Türkiye dışında hiçbirinin hâlâ gerçekleştiremediği demokrasiye ulaştı.

Aynı dönemlerde İran'da yönetimi ele geçiren Rıza Şah, tam tersini yaptı. Hanedan kurdu. Ve bugünkü İran'ın tohumlarını kendisi atmış oldu.

Cumhuriyetin kurulduğu yıl Türkiye'de milli gelirden birey başına düşen pay 120 dolardan ibaret idi. Üstelik bugünkü değeriyle 7 milyar dolar dış borç vardı. Tüm ticaret filomuz 22 bin tonilatoluktu. O tarihteki İktisat Vekili Celal Bayar, ‘‘Ülkenin sanayileşmesi özel girişime dayandırılırsa en az 200 yıl bekleme dönemi geçirmemiz gerekir’’ diyordu.

Ama Türkiye ‘‘karma’’ ekonomiyi seçti. Nitekim 1923-39 arasında en hızlı kalkınan ülkelerinin başında Türkiye geliyordu. Meşhur siyaset bilimcisi Prof. Dr. Maurice Duverger de ‘‘Az gelişmiş ülkelerin Moskova ve Pekin etkisinde kalmamış olanları için doğrudan doğruya veya dolaylı biçimde Kemalist sistem çok güçlü sonuçlar uyandırmıştır’’ diyordu.

Bir noktayı daha anımsatalım: Nüfusumuz eğer yüzde 2.8 oranında değil de -Avrupa'daki gibi- yüzde 1 oranında artmış olsaydı, bugün birey başına gelir ortalamamız 10 bin doları geçmiş olacaktı. O nedenle sağa sola kızdığımız zaman kabahati ne cumhuriyeti kuranlarda bulalım ne de cumhuriyette... Kabahat bizim... Onu unutmayalım.

Yazarın Tüm Yazıları