O gün öyle bir haber atlamıştım ki

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

İtiraf edeyim, dün arşive bakmaya üşendim.Ya 1969'un sonu, ya da 1970'in başıydı. Basın Yayın Yüksek Okulu'nun son sınıfındayım. Rahmetli Muammer Yaşar Bostancı, TRT İç Haberler Müdürü.

Beni ve iki arkadaşımı, daha okul bitmeden TRT Haber Merkezi'ne almıştı.

O zamanın deyişiyle ‘‘kaşeli’’ olarak çalışıyorum. Yani kadrom yok. Geldiğim gün imza atıp, ona göre para alıyorum.

* * *

Haber merkezinde yaşı bizden hayli büyük bir ağabeyimiz var. O gün, ilk defa ‘‘nöbetçi müdür’’ unvanı almış.

Hayli gecikmeyle müdür olduğu için, hayatının en mutlu günlerinden biri. O gece nöbetçiyiz. Radyonun 22.45 haberlerini biz hazırlıyoruz.

İlk uyarı saat 22.00 sıralarında geldi. O zamanlar sadece kız arkadaşım olan, eşim arıyor.

‘‘Deprem mi oldu?’’ diye soruyor. ‘‘Hayır. Bize böyle bir haber gelmedi’’ diyorum.

‘‘Ama bizim burası iyi sallandı’’ diyor.

Biraz sonra vatandaşlar arıyor. Hepsi de aynı şeyi söylüyor.

Böyle konularda hiç tecrübem yok. Ne yapmalı bilmiyorum. Oysa Kandilli Rasathanesi'ni arayıp sormak yeterli.

Nedense bu aklıma gelmiyor. Nerede deprem olabilir diye düşünüyorum.

Belki Adapazarı...

Adapazarı muhabirimizi arıyorum. ‘‘Ağabey, burada Beyaz Kelebekler'in konseri vardı. Tam salondan çıkarken salladı. Ama önemli bir şey yok’’ cevabını veriyor.

Öyleyse nerede olabilir?

Erzurum? Orayı arıyorum. Oradaki nöbetçi muhabir benden de tecrübesiz.

Veya benden de aptal. ‘‘22.45 bültenine bir bakayım’’ cevabını veriyor.

* * *

22.45 bülteni, bizim Ankara'dan geçtiğimiz bülten. Merkezdeki adam olarak, hafif kızma raconunun gereğini yerine getiriyorum ve telefonu kapatıyorum.

O sırada saat 24.00'e geliyor.

Nöbetçi müdür ağabeyimize, ‘‘Bir yerlerde deprem olmuş olabilir. İsterseniz ben sabaha kadar kalıp takip edeyim’’ diyorum.

O, tecrübeli ama belki de yeni müdür olmanın verdiği keyiften dolayı bütün ihtiyatını kaybetmiş.

‘‘Canım bir şey olsa şimdiye kadar bize bildirirlerdi. Hadi bir yere gidip benim müdürlüğümü kutlayalım’’ diyor.

Ben ısrar ediyorum. O da ısrar ediyor. Ne de olsa müdür.

Birlikte gidip, bir güzel kutluyoruz. Ben daha sonra Güniz Sokak'taki bekar evime dönüyorum.

* * *

Ertesi gün pazar.

Saat 10.00 civarında uyanıyorum. Güzel bir gün. Zemin kattaki küçük odamın penceresinden müthiş bir güneş ışığı içeri dolmuş.

TRT 2 radyosunu açıyorum. Bu kanal sadece müzik çalıyor. Hiç haber vermiyor.

Ama o ne, birisi durmadan konuşuyor. Önce kafam karışıyor. Sesler birbirine giriyor.

Sonra hafifçe kendime geliyorum. Sisler arasından şu sözleri işitiyorum:

‘‘Arkadaşımız Esen Ünür, deprem mahallinden bildiriyor.’’

Sonra Esen anlatmaya başlıyor. Bin bilmem kaç küsur ölü. Üç bilmem kaç bin yaralı.

Yıkılan ev sayısı şu kadar. Saçımın en üst telinden ıslanmaya başlıyorum.

Yeni nöbetçi müdür ağabeyim, ben ve öteki nöbetçi arkadaşım, hep birlikte Gediz depremini atlamışız.

Evet, tarihimizin en büyük depremlerinden birini atlamışız.

* * *

Gece bizden sonra müdürümüz Muammer Yaşar Bostancı'yı uyandırmışlar. Esen Ünür evinden alınmış.

Askeri bir uçakla deprem bölgesine en yakın havaalanına indirilmiş. Elinde mikrofon, deprem bölgesinden canlı röportaj yapıyor.

TRT'nin Mithatpaşa Caddesi'ndeki binasının ikinci katından içeri girerken, rahmetli Muammer Ağabey, her zamanki gibi gömleğinin iki kolunu sıvamış, bizi bekliyordu.

‘‘Haydi, o arkadaş alaylı gazeteci. Sizi okumuş adam diye buraya aldık. Böyle enayilik olur mu’’ diye bir güzel fırça yiyoruz.

Hak etmiştik. Herhalde binden fazla insanın öldüğü bir depremi atlayan dünayadaki ilk gazeteci bizlerdik.

Herhalde tek ve son gazeteci de...

Gazetecilik hayatımda daha sonraları çok haber atlattım. Ama bu olayı hiçbir zaman unutmadım.

* * *

Haber atlatmak, bu mesleğin en keyifli yanıdır. Atlamaksa en acı yanı.

Bu mesleğin kurları günlüktür. Bir gün çok iyi gazetecilik yaparsınız. O gün kurlarınız yükselir. Manevi hisseleriniz tavan yapar.

Üç gün sonra bir haber atlarsınız.

Kurlarınız tepetaklak gider.

Kahrolursunuz. Çoğu kez okuyucu, yaşanan bu küçük zaferleri, bu minnacık dramları, kahrolmaları fark etmez bile.

Ama siz onu bir hayat boyu unutmazsınız. Unutamazsınız. Silemezsiniz.

Haber atlamanın ‘‘sil’’ tuşu yoktur.

Bozgun, bir hayat boyu şahsi sicilinize yazılır.

‘‘Tulumbacılık’’ bu mesleğin görünmeyen lonca düzeninin en evrensel tabiatıdır.

Bazen, yangın yerine önce gitmek, yangını söndürmekten bile önemli hale gelir.

Ama hepimiz, sırtımızda bu görünmeyen oksijen tüpleri ile her gün hayata dalış yaparız.

Mürekkep yalamanın sözlük anlamı işte budur.

Yazarın Tüm Yazıları