Nobel’i aldıksıra Oscar’da

GOOONG!

Film başlıyor.

Lütfen cep telefonlarınızı kapatın.

Sağduyularınızı açın.

*

Sürmeneli gurbetçi ailesinin, Hamburg’da dünyaya gelen, karayağız evladıdır Fatih... Filmler çevirir! Ama kendi orda, kalbi burdadır. Aşıktır hasret büyüdüğü vatanına... Bi gün, babasının köyüne çöp toplama alanı yapılacağını duyar. "Naaayır" der, "Noolamaz, ata toprağını çöplük yaptırmam arkadaşşş..." Atlar ilk uçağa, gelir. Sora sora bulur ata toprağını... Dalar köylülerin arasına... "En cuzel çay, doğus çay" diyecek zannederler, demez. Türkçesi bozuktur ama, o kadar değil. "Bi belgesel çekerim, dünyaya rezil ederim" der. Köylüler alkışlar. Bakar ki, alkışlıyorlar... "Para bul desinler, bulayım, yer bul desinler, bulayım, canım feda buralara" der. Köylüler gene alkışlar. "Kim lan bu?" demez hiç kimse. Çünkü, üstünde, Bush’un s’sini gamalı haç gibi gösteren bir tişört vardır. E zaten gıcığız Bush’a... Omuzlara alırlar.

Yurtseverdir fena halde... Kıyamaz vatanına. Hatta, Türkiye’de cezaevinde geçen bir filminde, koğuşları aydınlık, hücreleri ferah, mahkum kadınları da neşeyle voleybol oynarken gösterir. Türkiye’yi aydınlık gösterince, aydınlar kararır tabii... Kızarlar. Türkiye’nin kötü bir yer olmaması, kabul edilecek rezillik değildir yani... Der Spiegel dergisi, "Türkiye’yi neden iyi gösteriyorsun" diye sorar. Fatih tecrübesizdir... Yaptığı hatanın da farkında değildir. "Gerçekleri yansıttım, Türkiye’yi Orhan gibi eleştirmedim" der.

İşte bu, bardağı taşıran damladır.

Entel dantel gazeteler küser... Devamlı manşet filan yaptıkları Fatih’i, artık tek sütun haber bile yapmazlar. Fatih de, hayata küser.

*

5 dakka ara!

Popcorn alıp, geliyorum...

*

Evet, nerde kalmıştık?

İlk yarısı, daha çok Türkiye’nin gariban ikliminde geçen filmin, ikinci yarısı AB’nin zengin bir köşesinde başlar.

Kader ağlarını örmüştür...

Almanya üzerinden gelen Fatih ile Amerika üzerinden gelen Orhan’ın yolları, Fransa sahillerinde kesişir... "Türkler şöyle kesti, böyle biçti" diyerek Nobel alan Orhan -kan muhabbetini sever- Kan Film Festivali’nde jüridedir... Fatih kızarır. Orhan kızarmaz... Zaten, kızarılacak bir şey yapmadığını, aksine gurur duyulacak şeyler yaptığını defalarca yazmıştır yüce Türk basını... Peki bu sefer ne yapar? Kıyak yapar... Fatih, en iyi senaryo ödülünü kapar... İyi yazılmıştır senaryo!

Orhan’ın sihirli değneği değince, Fatih’in de şansı dönüverir... Hızını alamaz, Oscar’a aday olur. Ama Sürmeneliler avcunu yalar bu defa... Çünkü Almanya adına aday olmuştur. Senin çöpünle möpünle uğraşacak hali yoktur. Hem ne diyor Alman atasözü, "ıch bin Sürmenen, çöpingen şwayzen!" Anlamadın di mi? Anlamıyorsan niye alkışladın birader? Neyse... Köprünün altından çok su akmıştır. Gençliğinde hayatının hatasını yapan Fatih, tecrübe kazanmış, olgunlaşmıştır. Hata yapmaz artık... Ve durup dururken, "Türkiye’de askerlik maskerlik yapmam. Çok zorlarlarsa, vatandaşlıktan çıkarım. Türkiye’de askerlik yapacağıma, bir parça kağıttan feragat ederim" der... Aydınlar alkışlar.

Kamera, tombul Oscar heykelciğine zooom yaparken... The End yazar.

*

Işıklar yanar.

Sürpriz final, sarsıcıdır.

İlk yarıda alkışlayanlar mosmor kalakalmıştır...

"Biz bu filmi daha önce görmüştük sanki" diye diye boşaltırlar salonu.

(NOT: Senaryoda adı geçen kişi ve kurumların, gerçekle alakası yoktur... Tamamen hayalidir. Ama her ihtimale karşılık, katkılarından ötürü Alman vakıflarına ve AB fonlarına teşekkür ederiz.)
Yazarın Tüm Yazıları