GeriSeyahat Nil’in kıyısında tanrılarla 4 gün
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Nil’in kıyısında tanrılarla 4 gün

Nil’in kıyısında tanrılarla 4 gün

Mısır’ın çöllerine hayat taşıyan Nil Nehri’nde Aswan’dan Luxor’a gemi yolculuğuna çıktığınızda gördükleriniz karşısında hayretten hayrete sürükleniyorsunuz.

Aswan’dan bindiğim, beş yıldızlı olduğu söylenen nehir gemisindeki odamda küçük ekran bir televizyon ve radyo bulunuyordu. Ama ikisi de çalışmıyordu. Yataklar, sanki Japonlar gibi küçük boyutlu insanlar için yapılmıştı, yatağa sığmakta zorlandım. Odanın en iyi yanı, aynalarla kaplı banyosuydu. Yalnız havlu koymayı ihmal etmişlerdi. Daha önceki tecrübelerimden, bunun bahşişle ilgili bir işaret olduğunu anladım. Çağırdığım oda görevlisi, eline sıkıştırdığım iki doları görünce, banyodaki tüm askıları havluyla donattı.

Nil’in kıyısında tanrılarla 4 gün

Agatha Christie romanı eşliğinde

Gemi hareket edince, uygun kıyafetlere bürünüp (şort, tişört, şapka, siyah gözlük) üst terasa çıktım. Yanıma Mısır’ın antik dönemini anlatan bir kitapla, Agatha Christie’nin “Nil’de Ölüm”ünü aldım. Niyetim, bu heyecanlı kitabı geçtiği ortamda okumaktı. Gemi Aşağı Mısır’a doğru yol almaya başladı. Mısırlılar Nil’in doğduğu güney kesime ‘Yukarı Mısır’, denize döküldüğü kuzeydeki delta bölgesine de ‘Aşağı Mısır’ diyorlardı. Hafif bir esinti çıktı.

Nehrin iki yanı sebze bahçeleri, muz ve hurma ağaçlarıyla kaplıydı. Yeşilliğin bitiminde kum tepeleri yükseliyordu. Çölün yansıması, her ışığı sarartıyordu. Öylesine güzel manzaralardı ki kitapları bir kenara kaldırdım.
Nil, anaç bir kadına benziyordu. Geçtiği her yeri besliyor, can veriyor, sarmalıyordu.

Nil üstünde yolculuk öylesine güzeldi ki başlangıçtaki tüm olumsuzlukları unuttum. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte uyandım. Gemi Edfu kentine yanaşmıştı. Hazırlanıp, caddeye çıktım. Rehberimi bir faytoncuyla pazarlık ederken buldum. Bütün gemiler boşalmış, ziyaretçiler caddenin kenarına dizilmişlerdi. Dörtnala koşan yüzlerce faytonun, bu turistleri ‘kapabilmek’ için başlattıkları yarış görülecek gibiydi.

Öteki yakaya geçiş

On dakikalık bir yolculuktan sonra, Horus Tapınağı’nın önünde indik. Antik çağdan kalma eserlerin en eskilerinden biri olan tapınak, oldukça etkileyiciydi. Aslında gezim boyunca gördüğüm tüm eserlere hayran kaldım. Bunların o zamanların tekniğiyle nasıl yapıldıklarına her seferinde şaşırdım. Tapınağın gerek dev sütunlarında, gerek yüksek duvarlarında bir santimetrelik bile boşluk yoktu. Her yer hiyegrolif yazıyla işlenmişti. Sanırım o günler, tüm ayrıntılarıyla bu duvarlara nakşedilmişti.

Öğle olmadan gemi hareket etti. Ve görüntüye yine Nil’in iki kıyısındaki yeşillikler girdi. Nehrin üstündeki trafik oldukça yoğundu. Karşılaşan gemiler, düdükleriyle birbirini selamlıyor, ilgiyle etrafı izleyen turistler de el sallaşıyorlardı. Öğleden sonra, Nil Nehri’nin sularının kontrol altına alındığı yere geldik ve sıraya girdik. Burada bir havuza girecek, oradan da Nil’in öteki yakasına geçecektik.
Gemi bağlanır bağlanmaz seyyar satıcılar kayıklarıyla akın ettiler. Bağırış çağırış hediyelik eşya satmaya çalışıyorlardı. Bildikleri üç beş kelime Fransızca, İngilizce hatta Türkçe ile müşterilere seslenip duruyorlardı.

Nil’in kıyısında tanrılarla 4 gün

Luxor, UNESCO Dünya Miras Listesi'nde

Tanrılarla dolu düş

Havuza girme sırası bizim gemiye geldiğinde hava kararmıştı. Nil’de tekrar yol almaya başladığımızda dolunay çıkmış, çevreyi bir dinginlik sarmış, masalsı görüntüler iki yanda yine akmaya başlamıştı. Luksor kentinin ışıkları uzaktan göründüğünde, vakit geceyarısını çoktan geçmiş, uyku gözkapaklarıma tüm ağırlığıyla oturmuştu. Ertesi gün kendimi yoğun bir programın içinde buldum. Önce Krallar Vadisi’ndeki firavun mezarlarına, ardından ilk ve tek kadın firavun Hatşepsut’un, sırtını kayalara yaslamış görkemli tapınağına gittim. Mısır’da yönetici sınıf içinde, en üst noktalara kadar gelme başarısını gösteren bu kadının öyküsünü dinledim. Sonra tekrar Luxor kentine dönüp, efsanevi Luksor ve Karnak tapınaklarını gezdim. O devasa sütunların ve heykellerin arasında dolaşırken, rahiplerle, firavunlarla yüz yüze geldiğimi sandım.

Güneş batarken, Sharia el Bahr (Rıhtım Caddesi) üstündeki Kışlık Saray Oteli’nin barına oturdum. Bir kadeh martini eşliğinde, Nil üstünde, yelkenlerini şişire şişire süzülüp giden felukaları seyrettim. Güneş batarken kızıla boyanan minarelerin, sütunların, hurma ağaçlarının siluetlerine bakarak bir düşe daldım. Düşümde Tanrı Horos’u, Tanrı Ra’yı, Tanrı Amon’u, Ramses’i, aslan gövdeli sfenksi, dünyanın yedi harikası piramitleri, hazineleri, mumyaları gördüm. Tüm bu görüntüler karşısında kendimi, kavrama yeteneğini yitirmiş, küçücük bir insan olarak hissettim.

Aradan bunca yıl geçti, hâlâ kendimi bu düşün etkisinden bir türlü kurtaramıyorum.

False