Nietzsche’nin riya saltanatına vurduğu darbe

Nietzsche, riyakârlığın kutsallık ve dindarlık adı altında pazarlanmasına insanlık tarihinde en büyük darbeyi vuran birkaç isimden biridir. İslam’ı, molla-yobaz tipin riyakârlığının mahvettiğine inanan Müslüman düşünür Muhammed İkbal’in, Nietzsche’yi bütün eserlerinde yüceltmesinin sebeplerinden birincisi, iki düşürürün ortak yanı olan ‘riya düşmanlığı’dır.

Haberin Devamı

Evet, riyaya düşman olanların Nietzsche’ye dost olmaları son derece doğaldır. Çünkü riyaya bulaştırılmış de­ğer­le­rin oluş ye­ri­ne ölüş ge­tir­di­ği­ni, in­san­lı­ğın dik­ka­ti­ne su­nan ruh­la­rın ba­şın­da Ni­etzs­che gel­mek­te­dir. Şöyle diyor:

 

“Ah­lak ve er­de­me iliş­kin her sö­zün ar­dın­da bir sah­tekâ­rlık ara­rım.”

 

Riya ile kirletilmiş de­ğer­le­rin, ken­di­le­rin­den bek­le­ne­nin tam ak­si­ni ver­dik­le­ri­ni en gü­zel bi­çim­de ifa­de eden sözlerden biridir bu…

 

Batı’da de­ğer­le­rin has­ta­lan­ma­sı­na em­per­ya­lizm ve sö­mür­ge­ci­lik tutkusu, Doğu’da ise riyakârlık sebep oldu.

 

Haberin Devamı

Batı, bu yüzden doğan bü­yük sar­sın­tı­yı dur­dur­mak için, in­san­lı­ğı te­o­ri enf­las­yo­nu­na boğarken Müslüman Doğu, çareyi dine yalan söyletmekte buldu. Kur’an’ı mezarlığa hapsedip dini mezhep ve tarikat yorumlarıyla kotarması bundandır.

 

Bütün dünyada, has­ta­lı­ğa uğ­ra­yan de­ğer­le­rin ba­şın­da din gel­mek­te­dir.

 

Aslında, her devirde, hastalanan değerlerin başında din vardır. Çünkü riyakârlık ve sahtekârlığın el attığı birinci alan daima din olmuştur. Bunun içindir ki, Kur’an, din sınıfı, din kisvesi kabul etmemiş, dindarlığın insanlar arasında bir değer ölçüsü olması yönündeki geleneksel anlayışı da yıkmıştır. Kur’an’ın en büyük devrimlerinden biri işte bu anlayışı getirmesidir.

 

Bu anlayış, Kur’an dışında hiçbir kutsal metinde yoktur.

 

Dindarlık, sadece Allah ile insan arasında bir değer ölçüsü olacaktır, insanla insan arasında değil. Bunun içindir ki, ‘dindar memur, dindar işçi, dindar milletvekili, dindar cumhurbaşkanı’ istemek, Kur’an’ı gönderen Allah’ı değil, şeytanı memnun eder. Şeytanı memnun etmeyi dindarlık sayanlar ise yakalarını Allah’ın elinden kurtaramazlar.  

Haberin Devamı

 

Din de­ğe­ri­nin has­ta­lan­ma­sı­na bi­ri Ba­tı kay­nak­lı, bi­ri Do­ğu kay­nak­lı iki ta­vır se­bep ol­du. Ba­tı; di­ni, sah­tekâ­rla­rın, ha­zır yi­yi­ci­le­rin, akıl ve bi­lim düş­man­la­rı­nın tü­ne­di­ği bir iz­be ha­li­ne ge­ti­ren en­gi­zis­yon cel­lat­la­rı­nın ki­şi­li­ğin­de mahkûm ede­rek in­san­lı­ğı, son­suz ve ölüm­süz­le ba­ğı olan bu ku­rum­dan so­ğut­tu, onu âde­ta öz ana­sı­na düş­man ha­le ge­tir­di.

 

İs­lam-Do­ğu ise, Kur'an'ın an­tik­la­sik ve di­na­mik ru­hu­nu; Araplaştırma ve Allah ile aldatma aracına dönüştürerek, İslam ve din adı altında, Deniz Feneri soygununda örnekleşen bir ‘kutsal sömürü düzeni’ yarattı.

 

 

DEMOKRASİ ADINA RİYAKÂRLIK

Haberin Devamı

 

Has­ta­la­nan de­ğer­ler­den bi­ri de de­mok­ra­si­dir.

 

Günümüzde, en uç sos­ya­list ve ka­pi­ta­list ide­o­log­la­rın ay­nı iş­tah­la sa­vun­duk­la­rı ‘de­mok­ra­si’, ya­şa­dı­ğı­mız dün­ya­da, ger­çek­ten has­ta bir kav­ram du­ru­munda­dır.

 

İslam’ın büyük vicdanı Mu­ham­med İk­bal (ölm. 1938), “De­mok­ra­si in­san­la­rı tar­ta­ca­ğı yer­de sa­yar” di­yor­du.

 

Ya­kı­nı­şın esa­sı bel­li­dir: So­nuç sa­yı­ya gö­re sap­ta­na­ca­ğın­dan ‘tar­tı’yı ha­re­ket nok­ta­sı ala­cak kit­le, ya­ni şu­ur­lu kit­le ye­tiş­tir­me­mek de­mok­ra­si sö­mü­rü­cü­le­ri­nin he­de­fi ol­acaktır.

 

Ve öyle olmuştur. En azından Türkiye’de öyle olmuştur.

 

Çün­kü yi­ne İk­bal'ın ifa­de­siy­le, “İki yüz eşek­ten bir tek in­san fik­ri çık­maz.”

Haberin Devamı

 

Demokrasiyi, gidecekleri yere varmada kullanılacak tramvaya benzeten bu ikiyüzlüler ‘kendisinden fikir çıkmayacak adam’ yetiştirmeyi ve eğitimi bu amaca göre düzenlemeyi âdeta varoluş şartı bilmektedirler.

 

21. Yüzyılın Türkiyesinde felsefe düşmanlığının başını çekmelerinin sebebi budur.

 

Düşünen adam onların uykularını kaçırmaktadır.

 

Düşünen adamdan ‘tarikat şefini Allah gibi gören adam’ yaratamazsınız.

 

Türkiye’de de­mok­ra­si, ta­şı­dı­ğı an­la­ma uy­gun bir ‘halk ida­re­si’ de­ğil, tart­ma­nın de­ğer ve şu­u­ru­na er­me ye­ri­ne sa­yı âle­ti ol­ma­nın gaf­le­ti­ne ta­lim eden yı­ğın­la­rın ‘hır çı­kar­ma­dan’ sö­mü­rül­me­le­ri­nin gü­ven­li yo­lu olarak işletiliyor. Bu man­za­ra­yı gö­ren, ger­çek ah­lak ve er­dem ta­şı­yı­cı­la­rı, has­ta­lan­mış bir de­ğer­ler sis­te­mi­nin kurumu ha­li­ne gel­miş po­li­ti­kaya bu­laş­mak­tan ka­çı­yor­lar.

 

Haberin Devamı

Has­ta­la­nan de­ğer­ler ger­çek an­lam­la­rı­na ulaş­tı­rıl­ma­dık­ça bu de­ğer­le­rin ink­ârı­nı, en ca­zip de­ğer ola­rak sey­ret­mek baht­sız­lı­ğın­dan kur­tu­la­ma­yız.

 

Bu, in­sa­nın, bin­di­ği da­lı kes­me­si­dir.

 

Oy­sa­ki mut­lu ya­rın­lar, has­ta ha­le ge­ti­ril­miş de­ğer­le­ri sağ­lık­lı ya­pı­la­rı­na ka­vuş­tur­mak­la ku­ru­la­bi­lir, on­la­rı inkâ­rla de­ğil. Bu da, de­ğer­le­rin ger­çek yüz­le­ri­ni, ki­şi­lik­le­rin­de bi­ze sey­ret­ti­re­cek in­san­lar ye­tiş­tir­mek­le müm­kün olur.

 

Yazarın Tüm Yazıları