Nerede o temiz eller savcısı

İRAN adaleti, İran-Türkiye-Dubai arasında kaybolan 2 milyar dolara yakın parayı arıyor.

Haberin Devamı

Orada tutukluluğu devam eden Babek’in savcılara çok önemli bazı bilgiler verdiği haberleri çıktı.
Babek, Türkiye’deki bağlantılarını da anlatmış.
Aradan bir haftadan çok zaman geçti.
Merak ediyorum...

***

-Acaba Türkiye’de hiçbir savcı Babek’in buradaki bağlantılarını merak etmiyor mu?
-Mesela 4 bakan ve Reza ile ilgili rüşvet iddialarını soruşturan savcılar bu bağlantıları hiç mi merak etmiyorlar?
-İran Adalet Bakanlığı’na yazıp oraya gitmek istediklerini bildirdiler mi?
Hiç olmazsa bir mektup yazıp bilgi istediler mi?

***

Bu konuda hiçbir umudum olmadığı için hiç olmazsa şu sorunun cevabını öğrenmeyi isterdim.
Acaba diyorum, merak ediyorlar da, oradan gelecek bilgiler, sıcak kestane gibi ellerini yakar diye mi korkuyorlar?
Hadi daha açıkça yazayım, bu bağlantıların, Türkiye’de dokunulmazlığı olan bazı çevrelere ulaşmasından mı endişe ediyorlar?
Öyle ya, son yılların adaletteki en büyük efsanesi neydi?
Dokunan yanar...
Deniz Feneri
skandalına dokunanlar fena halde yanmıştı. Öyle anlaşılıyor ki, Reza ve Babek’e dokunanların da fena halde yanacağı inancı yaygın...

***

Haberin Devamı

Bu da gösteriyor ki, bu ülkede artık bir “temiz eller savcısı” beklemek hayal...

Bu faşistlere rağmen hâlâ umut var

GEÇEN cumartesi Wes Anderson’un yeni filmi “Büyük Budapeşte Oteli”ni seyrettim.
Abartmayı severim, ama şu söyleyeceğim abartma değil.
Son yıllarda seyrettiğim en güzel ve en etkileyici film.
Senaryo, dekorlar, kostümler...
Ve özellikle oyuncular...
Otelin konsiyarjı Mösyö Gustave H. rolünde Ralph Fiennes harikalar yaratıyor.
Genç belboy Zero Mustafa rolünde, ilk defa seyrettiğimiz oyunca Tony Revolori.
Son yıllarda yüzü ve bedeni ile böylesine harika oynayan bir oyuncu görmedim.
Freud suratlı avukat rolünde Jeff Goldblum’a, Kont Dimitri Desgoff-und-Taxıs rolündeki Adrien Brody ve tabii ki bir önceki Wes Anderson filminde de oynayan Edward Norton harikaydı.

***

Film 23 milyon Euro gibi küçük sayılabilecek bir bütçeyle yapılmış.
Bu demektir ki, bütün bu dev aktörler filmden öyle büyük paralar almamışlar.
Çoğu Wes Anderson için oynamışlar.
Filmi anlatmayacağım, zaten anlatılamaz, mutlaka gidip görün.
Ama bir cümle var ki, beni sarstı.
Yaşlı kadınlara kur yaparak, herkese istediği servisi vererek, otelin vazgeçilmez iktidarı haline gelen Mösyö Gastone’un arkasında olağanüstü bir kişilik ve cesaret olduğunu keşfediyorsunuz.

***

Haberin Devamı

Olay Nazilerin iktidara geldiği 1930’lu yıllarda Zubrowka isimli hayali bir Orta Avrupa ülkesinde geçiyor.
Herhalde biliyorsunuz Zubrowka, Polonya’nın tanınmış votkası.
Filmin bir sahnesinde tren yolculuğunda, kimlik kontrolü yapan askerler, adı Mustafa olan olan esmer belboy’u alıp götürmek isteyince Mösyö Gustave askerlere direnir.
Askerler gittikten sonra Mustafa’ya şunu söyler: “Bu faşistlere rağmen hâlâ umut var...”

***

Ne kadar da duymak istediğim bir sözmüş...
Gerçekten de tarih hep şunu yazdı.
Faşistler bir süre ülkelere hâkim oluyorlar. Çok acılara ve ıstıraplara yol açıyorlar.
Ama kalamıyorlar.
Nasıl gidiyorlar?
Ya ayaklarından asılarak, ya mahkemelerde sürünerek ya da kafalarına bir kurşun sıkarak...
Onlara direnmek için gerekli olan tek şey cesaret ve demokratik bilinç....
Hiç beklemediğimiz bir insan, Mösyö Gustave, filmin sonunda öyle bir şey yapıyor ki, hepimiz çıkarken şu sözleri mırıldanıyoruz:
Hâlâ umut var demektir.

Haberin Devamı

Gülse, Bartu, Ayşe Gonca, Müjdat, Ayşen Zeynep, Nazan

BU hafta Hürriyet Pazar harikaydı.
Özellikle Türkiye’nin Çılgınları sayfasına bittim.
Hem yazanlara, hem yazılanlara bittim.
İşte size not defterime aldığım alıntılar:
-GÜLSE BİRSEL,
BARTU KÜÇÜKÇAĞLAYAN İÇİN: “En ciddi laubali. En mahcup edepsiz. En masum günahkâr. En gariban zengin. En hırpani moda ikonu.
Kıymalı karnabahar pişiren bir rock şarkıcısı. Tek hücresinde kötülük barınmayan şeytani zekâ.”
-AYŞE ARMAN,
GONCA VUSLATERİ İÇİN:
“O bir şair. Üstelik bu şiirleri seviştikten sonra yazıyor. ‘Ben sevişmekten bir tek edebiyat çıkacağına inananlardanım. Somut olarak bir de çocuk çıkabilir. Ama o da edebi eser sayılabilir’ diyen kadın.”
-ZEYNEP MİRAÇ,
NAZAN ÖNCEL İÇİN:
“Sevenleriyle hazzetmeyenlerin sayısı, Yalova seçimlerinden hallice. Şeytan değil o kesin. Hatası bol bir melek belki de. Ne diyordu zaten son albümünde: ‘Canım bir yanlış yapmak istiyor’.”
-MÜJDAT GEZEN, AYŞEN GRUDA İÇİN: “Başbakan’a, ‘Yeğenim sevgi ve empati her şeyin ilacı. İstiyorsan bunu sana öğretirim’ çağrısı yapan. Yeme alışkanlığı sorulduğunda ‘Az az her şeyi yerim ama çok dikkat ettiğim bir hususum var, asla haram yemem’ yanıtını yapıştıran kadın.”
-MABEL MATİZ, YILDIZ TİLBE İÇİN: “Günaydın baygın papatya’ diye selamlıyor bizi Twitter’da. Gün geldi ‘Delikanlım’ı yazdı. Nice aşk şarkıları dinlemişiz, böylesini ilk kez duyduk. (Ben de ekleyeyim. En delikanlı kızımızdır. Hem delikanlıdır, hem kanı delidir. Evet bu ülkede, bu gökyüzünün altında ‘Delikanlım’ kadar damardan bir aşk şarkısı yazılmadı.)”

Haberin Devamı

Rolling Stones’la mutfağa girmek

DÜNYANIN en ünlü restoranı El Bulli restoranının şefi Ferran Adria, Hürriyet Pazar’dan Ali Tufan Koç’a evde en çok dinlediği iki müzikten birinin Rolling Stones şarkıları olduğunu söylemiş.
“Satisfaction” olmalı. Yani tatmin olamayan bir ruhun şarkısı...
Bir de şunu söylüyor:
“Yaratım süreci, ortaya çıkan üründen daha kıymetli bir şey. Başarısızlıktan korkmam. En büyük başarılarım hatalarımdan çıkmıştır.”
Benim için de yolculuk
çoğu kez gidilecek yerden güzeldir. Hatalarım da en güzel yanlarım.
Ancak aramızda yine de bir fark var.
Ben Rolling Stones’la yatağa çok girdim, ama mutfağa pek girmedim.
Acaba o da yatağa girmiş midir...
Malum, yemek yemekle sevişmek arasındaki yol, dünyanın en heyecan verici güzergâhlarından biridir.
İyi bir journey’dir yani...
Ve kendi müziği vardır.

Yazarın Tüm Yazıları