Ne yaptıysam partim ve ülkem için yaptım

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın’la iki gün önce adaylık süreci ile ilgili sohbet etmiştik; ancak Ankara’dan gelen kulis haberlerini sizlerle ‘5’li Komisyon beceriksiz olmak zorunda mıdır?’ başlığı ile paylaştık.

Haberin Devamı

Günaydın’ı hayli kızdırmışız; biz de söylediklerini yazı trafiğimize göre haftaya yazacağız... Ama önce Günaydın’ın açıklamasını okuyalım:
1- CHP aday belirleme komisyonunun sık aralıklarla yaptığı toplantılarda uzlaşı ortaya çıkabildiği gibi, farklı fikirlerin oluşması da doğaldır. Farklı düşüncede olma, hiçbir zaman yazınızda belirtildiği gibi tarafların birbirine su şişesi fırlatma boyutuna ulaşmamıştır. Kaldı ki, yazınıza konu edilen toplantı Adnan Keskin’in işi nedeniyle toplantıdan ayrılmasından sonra, komisyonun diğer dört üyesi tarafından sürdürülmüş ve sonlandırılmıştır.
2- Üç ayı aşkın bir süredir, günde 16 saate ulaşan çalışma temposu ile partinin yerel seçim başarısı için mesai sarf etmekteyim. Kimi zaman gece 00.00-01.00’lere kadar süren çalışmamız kapsamında her gün yüzlerce ziyaretçi kabul edilmekte ve görüşleri alınmaktadır. Belediye başkan aday adayları, onlar adına gelen ekipler ve belediye meclis üyesi aday adayları da her gün düzenli olarak kabul ettiğimiz ve görüştüğümüz kişiler arasındadır.
3- İki buçuk yılı aşkın bir zamandır partinin ‘Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı’ görevini sürdürüyorum. Bu çerçevede, belediye başkanlarımızla görüşmenin, işimin bir gereği olduğu ortadadır. Bu kapsamda, 30 Ocak 2014 sabah erken saatlerinde, gazetenizdeki bir köşe yazarı ile kahvaltı yaptıktan sonra, Çankaya Belediye Başkanı ile de birlikte bir kahve içimi süresi içerisinde değerlendirme yapılmıştır. Böylesine olağan bir görüşmenin, olağandışı gösterilemeye çalışılmasının iyi niyetle bağdaşmadığı açıktır.
4- Bir siyasi parti yöneticisinin parti yararı dışında hiçbir amaç gözetmeksizin, sistemli ve dürüst bir çalışma yürütmesi esastır. İki buçuk yıldır sorumlu olduğum belediyelerle ne benim ne yakınlarımın ne de danışmanlarımın bir tek kuruşluk iş ilişkisi olmamıştır. Bu kararlı ve tavizsiz duruşum siyaset-ticaret ilişkisini birlikte götürmeye alışmış çevrelerde rahatsızlık yaratması doğaldır. Üretilen dedikodular da bunun bir göstergesidir. Ancak, şurası bilinmelidir ki görev ve sorumluluğumuzda olan çalışma alanını, parti ve ülke yararı doğrultusunda götürme konusundaki kararlılığımızı kırmaya yönelik çabalar sonuçsuz kalacaktır.”

Haberin Devamı

SAVCILARIMIZ O REFORMU MUNDAR ETMEMELİDİRLER!

Haberin Devamı

“ADALET reformu yapmak, hakkında hırsızlık-rüşvet suçlaması bulunan ve çocukları cezaevinde olan bir partiye ve oğlunu yargıdan kaçıran bir Başbakan’a kaldıysa, o reform tadından yenmez, baştan mundardır o reform!
Cumhuriyet savcılarımızın iyi bilmeleri gereken gerçek şudur:
Sizler Cumhuriyet’in ve Türk milletinin savcılarısınız. Eğer sizler tayin-atama-sürgün gibi olaylardan çekinip görevlerinizi yapmazsanız, meydan ite-kopuğa, hırsıza-rüşvetçiye kalır.
Kim yolsuzluk yapmışsa, kim bu milletin değerlerini çalmışsa yakasına yapışacaksınız.
Yapın bunları, yoksa eşkıya dünyaya hükümdar olacak.
Demedi demeyin...
Rıfat SERDAROĞLU

4 GAZETECİ KİTABI

-GAZETECİ Sabahattin Önkibar medyada ve siyasette geçirdiği 30 yıl boyunca yaşadıklarını ve gördüklerini ‘Takkeli Firavunlar ve Büyük Siyasi Sırlar’ (Kırmızı Kedi Yayınevi) kitabında topladı... Özal, Erdoğan, Gül, Erbakan, F. Gülen, Çiller, Melih Gökçek, Ağar, Erkan Mumcu, Hilmi Özkök, Ali Baransel, Enver Ören (ve melekleri) ile ilgili şaşırtıcı birçok olayı gündeme getiriyor; medya, siyaset ve tarikat ilişkilerini bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyor.
-GÜNEYDOĞU haberciliğinde bilinen isimlerden biri olan M. Enis Tayman, ‘Bin Delikli Ev’ adlı ilk romanından sonra ikinci romanı ‘Şans’ (Nota Bene Yayınları), Beyoğlu’nun arka sokaklarını anlatmaya devam ediyor. Hani bir söz vardır; bir suç olursa, ya Çingene ya Kurt yapmıştır... Tayman da bu ‘klişe’den yola çıkarak, suçun izini sürerken, ‘Beyoğlu sokaklarının nasıl olup da Kürtlerin eline geçtiğinin ipuçlarını hızlı bir maceranın satır aralarında veriyor.
-GAZETECİ-yazar Saygı Öztürk, “Milli orduya kumpas kuruldu” açıklamasıyla yeni bir boyut kazanan Balyoz davasının bilinmeyenlerini ortaya sermek amacıyla çıktığı yolda aslında meselenin bambaşka bir boyutuna dikkat çekiyor, yeni ‘Balyoz’da Kumpas’ (Doğan Kitap) kitabıyla... Öztürk, davadan hüküm giyenlerin açıklamaları dışında iç dünyalarına, yakınlarının sıkıntılarına ve mektuplarına yer vererek yargılamalara yalnız hukuki ve siyasi değil insani açıdan da bakıyor.
-17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun ardından AKP, kamuoyunda “Bu iktidarın üyelerinin adı bu tarihten önce herhangi bir yolsuzluğa karışmadı” algısını yaratmaya girişti. Ancak gazeteci yazar Aykut Küçükkaya’ya göre gerçek bundan hayli farklı. ‘AKP’li Belediyelerde Neler Olmuş, Neler Neler’de (Cumhuriyet Kitapları) 2004’ten bu yana AKP’nin elindeki belediyeler hakkındaki yolsuzluk iddialarından çok ilginç bir profil oluşturuyor.

Haberin Devamı

BALYOZ’DA SUBAYLARI SUÇLU İLAN EDENLERDEN HESAP SORULMALI

BALYOZ’un bir tuzak olduğu açıktır. Hiç kuşkusuz burada esas tuzağa düşürülen milletimiz olmuştur. Ancak bu gibi durumlarda “edinilen intiba” hukukçuya yetmeyebilir. En az bir örnekte, iddianın okunduğunu ve yapılan savunmanın iddiayı hiç bir kuşkuya mahal vermeyecek bir şekilde çürüttüğünü gözlerimle gördüm. Buna rağmen sanık tutuklandı (Hv. Plt. Tuğg. Beyazıt Karataş’ın durumu)!

Ben çok yakından tanıdığım general ve subayların yargılandığı ve tamamen haksız yere sadece herhangi bir güvenilir delil olmadan değil savcı iddialarının tam tersine kesin deliller gösterilmesine rağmen, mahkûm edildiği Balyoz davasının oturumlarına vaktim yettikçe gittim, kaçırdıklarımın detaylarını kendilerini hapishanede ziyaret ettiğim komutan ve arkadaşlarımdan, onların aile mensuplarından, eşimden ve nihayet avukatlarından öğrenmeye çalıştım. Tüm bunlardan benim edindiğim intiba, Balyoz’un, iktidar partisinin önde gelen isimlerinden birinin de telâffuz ettiği gibi, bir kumpas, yani bir tuzak olduğudur. Hiç kuşkusuz burada esas tuzağa düşürülen milletimiz olmuştur. Ancak bu gibi durumlarda “edinilen intiba” hukukçuya yetmeyebilir. En az bir örnekte, iddianın okunduğunu ve yapılan savunmanın iddiayı hiç bir kuşkuya mahal vermeyecek bir şekilde çürüttüğünü gözlerimle gördüm. Buna rağmen sanık tutuklandı (Hv. Plt. Tuğg. Beyazıt Karataş’ın durumu)! Benzer hukuk ihlâllerini pek çok saygın hukukçumuz gazete ve televizyonlarda detaylı bir şekilde dile getirdi. Son TÜBİTAK raporu; tarafsız olacağına en çok güvenilebilecek bilirkişilere ısrarla gönderilmeyen sözde deliller ve bunlar hakkında yurt dışındaki bilimsel kaynaklardan duyulanlar, sayın ana muhalefet Partisi’nin başkanının da ifade ettiği gibi Balyoz davasının tutulacak bir yanının kalmadığını sanırım kesin bir surette ispat etmiştir. Yapılan halk yoklamaları halkımızın büyük ekseriyetinin bu fikirde olduğunu göstermektedir.
Buradan, bu davadan hüküm giymiş olan ordu mensuplarımızın alınlarının akıyla çıkacaklarını beklemek sanırım hayâlperestlik olmaz. Bu kişilere itibar ve görevleri, resmi bir af dileme eşliğinde iade edilmedikçe kendilerine verilecek hiçbir maddî tazminat yaratılmış olan yıkımı tamir edemez. Bunları yapmak bilhassa ordunun genç nesillerinin geleceği ve milletimizin kendine itimadı ve saygısı için yaşamsal öneme sahiptir.
Ancak beni bir vatandaş olarak yakından, hem de çok yakından, ilgilendiren, bu hukuk yıkımına izin verenlerden sorulması gereken detaylı hesaptır. Bu hesap sorma işlemi, olayın ardındaki tüm gerçeklerin en çıplak şekilde ortaya serilmesi için muhakkak gereklidir ve bu gerçekler ortaya serilmeden kimsenin bu ülkede kendini emniyette hissedemeyeceği kesindir. Hukukçuların, başta Balyoz davasında gerçeğin aranmasında etkin faaliyeti gazete ve televizyonlarda görülen ve sayısız yoruma neden olan olan bakan ve müsteşardan başlayarak, kendi saflarını tertemiz bir hale getirdiklerine halkı ikna etmeleri artık millî bir hayat-memat meselesi olmuştur. Ancak, elbette bu iş sadece hukukçulara münhasır değildir. Kolluk kuvvetlerimizin, gazetecilerin ve televizyoncuların da kendi mensuplarının Balyoz sürecinde oynadıkları rolleri iyice gözden geçirerek ulaştıkları sonuçları halka duyurmaları şarttır. Ancak o zaman polislerin halktan saygı istemeye, gazetecilerin hür gazetecilik yapma haklarını aramaya yüzleri olur.
A. M. Celâl ŞENGÖR

Haberin Devamı


BİR MİLLETVEKİLİ BUNU ÖĞRENEMİYOR İSE...

BAŞBAKAN Erdoğan’ın Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile Diyarbakır’daki görüşmesinde Kürt şarkıcı Şivan Perver de yer almış, bu görüşmede Perver Başbakan Erdoğan’a Kürtçe’nin resmi dil olması talebini iletmişti. Erdoğan ise buna “Vakti var” diye karşılık vermişti. MHP Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkan bu konuyu bir soru ile Başbakan’a iletmiş ancak yanıtlanmadan geri gönderilmişti.
“Bir milletvekilinin bu öğrenmesi engelleniyor ise o milletvekilinin parlamentoda ne işi var” diye sordu ve Başbakan’a verdiği soru önergesini yineledi.
“Başbakan’ın Perver’e “VAkti var” yanıtınından kasttedilen vakit ne zamandır, bu vakit neye göre belirlenmiştir? Vakti geldiğinde Kürtçe resmi dil yapılacak ise Türkçe ne olarak kabul edilecektir? Bu durumda Anayasa’nın “Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dili Türkçe’dir” maddesinin ihlal edilmesi böylece suç işlenmesi anlamına gelmez mi? Sözü edilen görüşmede “Bazı şeyleri çözmenin çok zor olduğu ve baskı ve saldırılar olduğu” söylenerek ne kastedilmiştir, bu baskı ve saldırılar kimler tarafından yapılmaktadır?

Haberin Devamı

BEYOĞLU, GEZİ OLAYLARINI ÇOK ARAR…

BEYOĞLU aday adayıyım, Giresun eski İl Başkanıyım. Kasımpaşa’nın çocuğuyum.
Çok sayıda anket ve yazar, Beyoğlu’ndan söz ederken, beni ve arkadaşlarımı yok sayarak anket yapıyorlar ve birilerini lanse ediyorlar.
Beyoğlu çok önemli ve burası kazanılırsa biliyoruz ki ülkede çok şey değişmeye başlayacak.
Beyoğlu’nun temel sorunu ne masa ne sandalye ‘Kentsel dönüşüm’ eğer bunu durduramazsak önümüzdeki yıl en az 100.000 kişi Beyoğlu’ndan sürülecek bunun minimum 70.000 kişisi Karadeniz li.
O nedenle bu seçimde Beyoğlu’nu almaya mahkumuz.
Oysaki Beyoğlu’nda CHP’den zayıf aday çıkarma gayretlerini hayretle izliyorum...
Biliyoruz ki CHP zayıf bir aday çıkardığında seçim ilk gün bitecek...
Herkesin kaçırdığı orda binalar yıkılmaya başladığında Gezi olaylarını mumla arayacağımız.
Beyoğlu’nda CHP bir defa seçim almış oda bir Giresunlu Tayyibin oylarını böldüğü için. Başka seçim alamamış...
Bu kadar Beyoğlu’nu bilmeyen, partiyi bilmeyen seçim alma şansı olmayan adayı oraya gönderip kavga ettirmeye çalışanların derinlerde birileri ile rant ilişkilerimi var diye düşünmekten edemiyorum.
Unutulmaması gereken Beyoğlu’nda Karadenizli hatta Giresun’lu hatta Alucra’lı ikna edilmeden asla seçimin alınamayacağı...
Bu karar verici hemen herkese en az 10 defa anlatıldı binlerce kez yazıldı.
Beyoğlu’nda geziyi bahane ederek zayıf bir adayda ısrar anlaşılır gibi değil.
Kabul etki Gezi’den bir aday çıkarıldı ve seçim kaybedildi bunu Dünyaya, Gezi’nin yenilmiş olmasını hangi CHP’li anlatabilir.
Mehmet KARAMUSTAFAOĞLU-İnş.Müh-İşadamı, CHP eski Giresun İl Başkanı, Beyoğlu Bel.Baş.A. Adayı

ÖYMEN; TÜRKİYE’DE KAYGI VERİCİ GELİŞMELER OLUYOR

ESKİ Büyükelçi ve CHP Milletvekili Onur Öymen, Türk dış politikası ve güncel gelişmeler konusunda Suadiye Rotary Kulübü’ün Büyük Kulüp’teki davetinde, 31 Ocak akşamı bir konuşma yaptı.
Türkiye’de yaşanan gelişmelerin ‘kaygı verici’ olduğunu belirten Öymen, doğru sorular sorularak doğra cevaplar aranması gerektiğini bildirdi ve şöyle devam etti:
“Sorulardan biri şudur, 1990’lı yılların başında SSCB’nin ve Varşova Paktı’nın çöküşü ile birlikte ortaya çıkan demokratikleşme hareketi, dünyanın hemen her tarafına yayılırken niçin hiçbir Orta Doğu ülkesinde gerçek anlamda bir demokratik hükümetin kurulduğu görülmedi?”
Buna 2 cevap bulmak mümkün. 1. Halkı Müslüman olan ülkelerde laiklik ilkesi yerleşmemişse, o ülkelerde demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. Çünkü İslam dini yalnız insanların manevi ve ahlaki değerleri ve inançları ile ilgili hükümler içermiyor, aynı zamanda insanların günlük hayatı, aile düzeni, medeni hukuku gibi alanlarda da uyulması gerekli kurallar getiriyor. Halkı Müslüman olup da laiklik ilkesini kabul etmeyen ülkeler, işte bu kuralları anayasalarının uyulması zorunlu hükümleri arasına koydukları için bu ülkelerde pozitif hukukun yerleştirilmesi kolay olmuyor. Örneğin Suudi Arabistan’ın bir anayasası yok, bir Ceza Yasası da yok. Her iki alanda da doğrudan doğruya Kuran’ın hükümlerine ve geçmiş içtihatlara dayanılıyor.
Pek çok Orta Doğu ülkesinde krala, şeyhe, emire veya devlet başkanına biat etme kültürü yerleşmiş. Oysa eleştiri kültürünün olmadığı toplumlarda demokrasi de yeşeremiyor. Samuel Huntington gibi bazı düşünürler demokrasinin Hristiyan kültürünün bir ürünü olduğunu ve Müslüman ülkelerde demokrasinin uygulanamayacağını söylüyorlar ve Türkiye’yi de bir istisna olarak görüyorlar.

Dikkat çeken bir nokta şu, ABD’nin birkaç yıl önce Orta Doğu’ya demokrasiyi getirme iddiası ile ortaya attığı BOP metninde laiklik kelimesinden hiç söz edilmemesidir. Tam tersine örneğin bu ülkelerinin hukukçularının İslami esaslara göre nasıl eğitilmesi gerektiği anlatılmaktadır. Aslında laiklik özgür düşünceyi, özgür düşünce de bağımsızlık fikrini beslediği için laiklikten söz etmek başka ülkelerin de işine gelmiyor.
(Onur Öymen, daha sonra Ortadoğu ülkelerinin demokrasiyi istemedikleri için mi bu ülkelerde demokrasi yerleşememiştir, bunun cevabını veriyor. İlginç değerlendirmeler yapıyor.)

AB İLİŞKİLERİ

Türkiye 50 yılı aşkın zamandan beri AB üyeliğini resmi bir devlet politikası haline getirmiştir. O tarihten beri işbaşına gelen bütün hükümetler bu hedefi benimsemişledir. Türkiye’nin üyeliğini 1963 Ankara anlaşması ile ilke olarak kabul eden AB, uzun yıllar geciktirici politikalar izledikten sonra 2005 yılında resmen Türkiye ile üyelik müzakerelerine başlamıştır. Ancak bu süreç çok güç ve çalkantılı devam etmektedir. Bizimle aynı gün müzakerelere başlayan Hırvatistan süreci tamamlamış ve 1 Temmuz 2013 tarihinde tam üye olmuştur. Türkiye ise 35 başlığın sadece 14’ünü açabilmiş ve sadece 1 tanesini kapatabilmiş yani yolun yarısına bile gelememiştir. Her ne kadar Türkiye’nin eksiklikler bu durumun ortaya çıkmasında bir ölçüde engel olmuşsa da esas engel AB tarafından gelmektedir. AB konseyi Kıbrıs itilafının çözümü sanki sadece Türkiye’nin elindeymiş gibi bu meseleyi bahane ederek 8 müzakere başlığına engel koymuştur. Fransa tek başına 5 başlığa, Kıbrıslı Rumlar da 6 başlığı engellemişlerdir. Fransa 1 başlık üzerindeki engeli kaldırmıştır ama şu anda 20 başlık engelli durumdadır.

Sayın Başbakanın son Brüksel ziyaretinde bazı ilerlemeler kaydedilmesi beklenmekteydi. Bu engellerin kısmen kaldırılması, Kıbrıs Türklerine uygulanan ambargolara son verilmesi bu beklentileri arasındaydı. AB ile ilişkilerimizde yaşanan başka sorunların da çözüme kavuşturulması beklendi. Bunlardan biri serbest ticaret antlaşmaları, diğeri de Türk vatandaşlarının Shengen Antlaşmasını imzalayan AB ülkelerine vizesiz seyahatine imkan veren anlaşmanın 3,5 yıl sonra değil bir an önce hayata geçirilmesiydi.

Maalesef bu beklentilerden hiçbiri gerçekleşmemiştir ve Türkiye AB’nin yaptığı haksızlıklar nedeniyle hesap soran bir ülke olacağına, Türkiye’de son zamanlarda meydana gelen bazı gelişmeler nedeniyle neredeyse hesap sorulan ülke haline gelmiştir.
İşte bütün bu sorunların çözümü için Türkiye’nin dış politikasında Cumhuriyetten beri sürdürülen ana çizgiye dönerek gerek bölge ülkeleriyle gerek diğer ülkelerle barış ve uzlaşma arayan fakat aynı zamanda da haksızlıklarla mücadele eden bir ülke konumuna gelmesi gerekmektedir. Türkiye’nin bunu yapacak gücü, birikimi ve tecrübesi vardır. Bütün mesele bu yolda bir siyasi iradenin oluşmasıdır.
(Bu konuşmanın bütününü Onur Öymen’in kendi sitesinde okuyabilirsiniz.)

Yazarın Tüm Yazıları