Ne hayranı, ben namuslu bir ev kadınıyım!

Güncelleme Tarihi:

Ne hayranı, ben namuslu bir ev kadınıyım
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 12, 1999 00:00

Haberin Devamı

Kadın, Mustafa Ayaz resmi satın almak istiyordu. Galeri yöneticisi sordu: Hayranı mısınız? Kadının cevabı:

Orta yaşlı bir kadındı. Galeriye sessizce girdi, etraftaki resimlere aranan bakışlar fırlattı, yöneticiye sordu:

- Sizde hiç Mustafa Ayaz resmi var mı?

‘‘Hayır’’ dedi yönetici. O sırada galeride, başka bir sanatçının resimleri sergileniyordu. Ardından ekledi:

- Ama özel kolleksiyonumuzda Mustafa Ayaz'ın iki resmi var, isterseniz onları gösterebilirim.

Yönetici, az sonra iki resimle geri döndü. Kadının karar vermesi uzun sürmedi, resimlerden birini gösterdi. ‘‘Tamam, bunu alıyorum’’ dedi. Fiyatla fazla ilgili olduğu söylenemezdi. Ne resim üstüne ne de ressama ilişkin bir muhabbete gerek görmüştü!

TANIMAM BİLE

Galeri yöneticisi, küçük bir sohbet kapısını aralamak istedi. Kibarca seçti sözcüklerini. ‘‘Hanımefendi, siz Mustafa Ayaz hayranısınız galiba.’’ O an sahne değişti, kadının yüzünün rengi attı. Sinirle bağırdı:

- Nasıl böyle birşey söylersiniz? Ben Mustafa Ayaz'ı tanımam bile. Ben namuslu bir ev kadınıyım !

Adamın başından kaynar sular boşaldı. O ne demişti, ne anlaşılmıştı! Neyse, bin dereden su getirip kadını ikna etti. ‘‘Öyle demek istemedim, bir sanatçının sanatına duyulan bir hayranlıktan sözettim.’’

DEĞERLİ BİR HEDİYE

Sonunda anlaşıldı ki, kadının resimle, sanatla en ufak bir ilgisi yoktu. Sadece yeni evlenen bir yakınına değerli bir hediye vermek istemiş, birileri de tavsiyede bulunmuştu:

- Mustafa Ayaz resmi al. Hem pahalıdır. Hem de prim yapar...

Vakko Sanat Galerisinde, dört yıl kadar önce yaşandı bu olay. İlk duyan sanat eleştirmeni ve Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Kaya Özsezgin'di. Birçok ressam ya da galerici, bu olayı ondan dinledi. Ve hala kulaktan kulağa aktarılan bir öyküye dönüştü...

Daha kötüsü, bu öykü, kötü bir örnek olarak kalmadı. Hergün yeni örnekler eklendi. Koltuk döşemelerinin renkleri bile tabloların karşısına engel olarak çıkmaya başladı:

- Sık gördüğümüz alıcı tipleri, koltuklarının rengi ile tablonun renklerini karşılaştıranlar. Tabloları, ‘Benim koltuk takımlarının rengine uygun’ ya da ‘Koltuklarıma uymaz’ diye değerlendiriyorlar.

KÜÇÜLTEBİLİR MİSİNİZ?

Ankara'nın en eski galerilerinden Doku'nun sahibi Mehmet Kıyat, kibar bir adam. ‘‘Koltuk takımına göre resim mi alınır, ayıp ayıp’’ diyemiyor tabii. Münasip bir lisanla uyarıyor; ‘‘Siz de zıt renkleri deneyin hanımefendi!’’

Kıyat karşılaşmamış ama sınırları zorlayan alıcılar da yok değil. Anlattılar. ‘‘Bu resmin renkleri koltuklarıma uymuyor, şu renkleri biraz değiştirebilir misiniz’’ diyenler de varmış. Ya da başka itirazlar oluyormuş; ‘‘Bu tablo bizim duvara büyük gelir, biraz küçültebilir misiniz?’’

PARANIN ÖNEMİ

Bu istekler karşısında ressamlar ne yapıyormuş? Merak edip sordum. Kimi galericilerin, ressamların yanıtı, sadece gülümsemekti. Açıkça laf etmek istemediler. Bildiklerini ortaya döken bir tek, çerçeve ustası Uğur Çağlar oldu:

- Para bu işin içinde öyle bir noktaya geldi ki, bu tür talepleri karşılamayan ressam bir elin parmakları kadar az.

Nedeni de artık ressamların kaderlerine razı olmak istememeleri. Eskiden, Güzel Sanatlar'dan mezun olan ressam, bir lisede resim dersi hocalığına fit olurdu. Şimdilerde bu düzen bozuldu. Öğretmenlikte silinmek yerine ressamlıkta ısrar, yükselen bir eğilim. Sadece resim satarak yaşamak! O kadar zor ki bu ülkede! O zaman da geriye kalıyor tek çare; ‘‘Müşteri velinimetimdir, ne isterse yaparım! Sonra da kendi işime bakarım.’’

Güzel yanı, çoğunun, düşlerinin peşinden koşmayı bırakmaması. İçlerinde büyütüp besledikleri hayal bahçelerinin canlılığını kaybetmemesi...

Hayallerine ulaşan ressam sayısı ise 20-30, bilemedin 40. Kimin haddine, onlara koltuk takımından bahsetmek? Onlar, sadece resim satarak yaşayabilmenin mutluluğuna erişmiş. Hem fırçayı özgürce sürüyorlar tuale, hem de tablolarına alıcı bulmakta zorlanmıyorlar.

Onlar rahat, rahatsız olanlar genç ressamlar. Şikayetçi olanlardan biri de Cafer Tabak. Büyük, tanınmış imza peşinde koşulmasına itiraz ediyor:

- Herkes imar geçmiş arsa peşinde. Oysa galericiler, kolleksiyonerler, danışmanlar, yeni ressamlar bulup çıkarmalı...

SANATSAL ŞEHVET

İyi de, Türkiye'de kaç kolleksiyoncu var, imzasına bakmadan bir resim karşısında büyülenecek? Var mı, İsviçreli Baron Hans Thysen-Bornemisza gibi bir kolleksiyoncu Türkiye'de?

- Elimde değil, bu benim için aşırı bir tutku. Başkalarının genç kızları kovalaması gibi, ben de sanat yapıtlarının izini sürüyorum.

Baron'un tarzı bu. Fransa'dan Flaman resmi uzmanı Georges de Jonckheere'in yaklaşımı da en az onunki kadar çarpıcı:

- Sanatsal şok, bir kadına duyulan yıldırım aşka benzer. Buna, şiddetli bir sahip olma ihtiyacı da diyebilirsiniz.

Ne garip, her iki kolleksiyoncu da kadınlar üzerinden açıklıyorlar yaklaşımlarını! Onlar için para kazanmak daha gerilerde. Aslolan sanatsal şehvet!

RESSAMIN YAŞI

Resme şehvetle yaklaşmak, henüz bizden uzak! ‘Sanat danışmanı’ yardımı olmaksızın resimden anlayacak kolleksiyoncu bulmak bile epeyce zor. Bunun kanıtı da galerilerde yaşananlar. Yok öyle sergi gezip de resim karşısında heyecandan titreyen insanlar!

Gün boyu sergi gezmeye gelenleri gözetleyen, izleyen Vakko Sanat Galerisi yöneticisi Banu Volgan'ın kanısı bu. ‘‘Aman aman gelen insan yok. Öğrenciler geliyor daha çok.’’ Resim alıcılarını da sınıflandırmış. Kimisi beğendiği resmi alıyormuş, kimisi de isim arıyormuş. Onu asıl kızdıran alıcı tipi, resme bakmadan önce ressamın yaşını soranlar!

NE BU BÖYLE ŞİMDİ?

Bir bankanın sanat galerisi yöneticisi hanımı sinirlendiren de ‘nü’ye itiraz edenler. ‘‘Bir manzara resmi yapsa olmaz mıydı? Ne bu böyle şimdi?’’ diyenlere illet oluyor. Onun galerisinin meraklı grubu da yaşlılar. Çocuğunu evlendirmiş, emekli olmuş insanlar sık geliyormuş:

- Onlar resme bakmaktan çok sohbet edecek birini arıyorlar. Resimlere şöyle bir baktıktan sonra yanıma gelip oturuveriyorlar.

TALEP PATLAMASI

Tabii bu örnekler, tüm sergiseverler için geçerli değil. Cebinde parası olmadığı için hayranlıkla seyrettiği resmin önünden güçlükle kopanlar, satın aldığı resme gönlünü verenler de var bu ülkede...

Zaten ‘resim piyasası’ oluşmasının temel nedeni de onlar. 1970'lere kadar adından sözedilmeyen piyasanın ortaya çıkışı konusunda Prof.Toktamış Ateş'in, 1984'deki bir yazısındaki saptaması dikkate değer...

‘‘1970'li yıllara gelene dek çok rafine bazı istisnalar hariç tutulursa Türk burjuvazisi, devletin kanatları altında zenginleşen ve yükselen bir kültürsüz kesimdi. Fakat bunları izleyen ‘İkinci kuşak' Türkiye'nin, hatta dünyanın en iyi okullarında okudular, çağın kültür ve uygarlığını benimsediler. Bu kuşak resim piyasasında bir talep patlaması yarattı.’’

RESMİN DEĞERİ

İşte bu kadar genç bir resim piyasası. 1970’lere gelene değin resim alıcıları, çoğunlukla başka ülkelerde gördükleri tabloyla bezenmiş diplomat evlerine özenip Türk ressamların resimlerini alan diplomatlardı. Ve tabii resmin değerini bilen az sayıdaki aydın, zengin insanlar. 1970'lerde ‘İkinci kuşak’ ile birlikte, müteahhitler de devreye girdi. Duvarlarını ünlü ressamların değerli tablolarıyla süslemek istiyorlardı...

ESKİ RESSAMLARA RAĞBET

Bu tırmanışa 1980'lerde, Özal döneminin genç işadamları eklenince ‘resim piyasası’ iyice oturdu. Ardından Sakıp Sabancı, Ali Koçman gibi büyük işadamları ve kimi özel kuruluşlar da piyasaya girdi. Gerçi onlar çoğunlukla Osmanlı dönemi eski ressamlara rağbet ettiler ama yine de piyasaya büyük katkıları oldu. Resmin değeri yükseldi iyice...

GENEL MÜDÜRÜN EŞİ

Resmin para yaptığı farkedilince galeri sayısı patladı. 1980'lere kadar üç beş olan galeri sayısı, ‘resim piyasası’nın oluşmasıyla birlikte fırladı. Bugün artık galerilerin toplamı 400'ü aştı. Çoğu da İstanbul'da ve yaşı 10'u geçen galeriler sadece 20 dolayında.

‘‘Şimdi moda galeri açmak.’’ Mehmet Kıyat'a göre, birbiri ardına galeri açılması tamamen bir moda. ‘‘Sürekli açılıp kapanıyorlar. Çünkü sadece 30 kişinin resmi satılıyor, herkes onların peşinde. Bazı banka galerilerinde 10.sınıf sanatçılara sergi düzenleniyor.’’

Gerçekten de kimi galerilerde açılan sergilerde sanat düzeyi ile ilgili kaygı hiç yok. Bir bakıyorsunuz, sergideki tüm resimler satılmış! Ünlü bir sanatçının sergisi mi? Hayır, sadece ressam hanım, genel müdürün eşi...

GALERİCİLER MUTSUZ

Tüm Sanat Galericileri Derneği Başkanı Taylan Tegin üzgün. Nedeni de son dönemdeki yaklaşımlar. ‘‘Sanat adına Cumhuriyet'in en kötü dönemini yaşıyoruz. Bu, politikacılardan ve toplumun sanattan uzaklaştırılmasından kaynaklanıyor’’ diyor Tegin...

Şiddetli bir sahip olma ihtiyacı

Türkiye'de, İsviçreli Baron Hans Thysen-Bornemisza gibi bir sanat yapıtı kolleksiyoncusu yok. Diyor ki:

- Elimde değil, bu benim için aşırı bir tutku. Başkalarının genç kızları kovalaması gibi, ben de sanat yapıtlarının izini sürüyorum.

Baron'un tarzı bu. Fransa'dan Flaman resmi uzmanı Georges de Jonckheere'in yaklaşımı da en az onunki kadar çarpıcı:

- Sanatsal şok, bir kadına duyulan yıldırım aşka benzer. Buna, şiddetli bir sahip olma ihtiyacı da diyebilirsiniz.

Ne garip, her iki kolleksiyoncu da kadınlar üzerinden açıklıyorlar yaklaşımlarını! Onlar için para kazanmak daha gerilerde. Aslolan sanatsal şehvet!



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!