Ne faideli sözcükmüşsün sen snop

Tanıdığım bir bilge insan, ki ben ona kısaca annem diyeyim, etrafta kim var kim yok, çocuk mu var, ortam mı namüsait, hiiiç umursamadan, habire ‘götürdüğü’ kadınlardan bahseden, tek konusu skorları olan bir adam için şöyle demişti:

‘Muhtemelen empotan. İnsanın nesi yoksa, osu diline vurur.’

Bunu duyduğumda küçümen sayılır bir yaştaydım. (Buna rağmen empotanın ne olduğunu bilmem de nasıl bir şeyse artık?) Adama bakınca süper makul görünmüştü annemin söylediği.

Zira bildiğiniz gibi, çocukların burnu bir sahtekárın kokusunu ta fizandan alır.

O burunlardır ki kaypaklarla yıllar yıllı burun buruna yaşamaktan yalama olmamıştır henüz, alır elbet kokuyu...

Nasıl mimlemişsem o cümleyi, hayatım boyunca hiç aklımdan çıkmadı.

Üstelik kazık kadar kadın oldum, bugüne dek hiç de yanıltmadı. Bir kez bile...

NE KADAR LAF O KADAR YOK

Meselá sevgiden laflamaktan yana kariyer yapmış, bu sayede ‘kalp sektörü’ne mühim katkıları olmuş birilerini bilirim ki hayatımda tanıdığım en sevgisiz insanlardır.

Bana dilinden namus kelimesini düşürmeyen birini gösterin, ben size orda şerefsizin önde gidenini göstereyim.

Álemin en büyük vatanseverlerinin kimler olduğu, zaten cümleten malûmumuz!!!

Sonracığıma, ennn akıllı, ennn güzel, ennn başarılı, ennn her bir bok olduğunu iddia eden birini gösterin, ben de size kendine güveni olmayan bir kompleks kokteyli göstereyim.

(Ben de şimdi kalkıp sigaranın zararlarından, daha doğrusu sigara içmemenin faydalarından bahsedermişim... Meselá, sigara içmemek, kesinlikle uzun ömrü garanti ediyor. Zira her Allah’ın cezası dakika, bir saat gibi geçiyor! Konuyla ne alákası var diye soranlar için: Olsa da yazdım, olmasa da yazdım birader!)

Bunların yanında, bana habire tevazudan bahseden birini gösterin, yine ben size kibirli bir züppe göstereyim. Tevazunun altı çizilmez bir kere, ayıptır.

Yani, en bir her bir bok olduğunu söyleyip durmak gülünçtür elbet ama çok mütevazı olduğunu iddia etmek, düpedüz hıyarlıktır.

Ben bunca klişenin önde giden türünden ahkámı niye kestim?

Geçtiğimiz hafta uzuuun uzun bir ‘gusto’ adamına bakmak durumunda kaldım. Az kaldı üstümü başımı yırtacaktım.

Şarap deseniz en iyi o anlar, kadın deseniz en bir centilmen o, müzik deseniz tek ayak üstünde size konçerto solfeji attırsın (Tamam, biraz abartmış olabilirim.), görgü bilgi deseniz, en seyyah yine o; mübarek Marc’o Polo...

Ve dünyanın geri kalanı, bizimkinin telefonla konuşurken káğıdın üzerine çiziktirdiği zavallı karikatürler diyelim...

Bildiğiniz snop... Snop’un Allah’ı...

Ben tabii her zamanki gibi kendimi tutamayıp bunu ona söyledim...

‘Snopsun sen’ dedim. Sonra kelimeyi telaffuz etmek çok zevkli olduğu için, dilime pelesenk ettim. Adam oturuyor snop diyorum, kalkıyor snop...

Sonunda kelime sayesinde heriften yırttım. Böyle de faideli bir sözcük çıktı.

BARİ KENDİNİ BİL...

STOP... PARDON. SNOP!

Zira inanın bana, sülalesine küfretsem, bu şekilde kafaya takmazdı.

Zira neymiş, o bir kerem snop olamazmış, çünkü tevazu onun karakteriymiş!

Rrröööhhh! Böyle de içgörü yoksunu yani.

Fakat her şey bir yana... Snop, güzel kelime değil mi?

Canına yandığımın kelimesini, nereden geldiğini, nasıl şahane, ironik bir geçmişi olduğunu bilmezken de severdim, hep sevmişimdir ama şimdi aşık oldum desem, yeridir.

Alain de Botton’un yazdığı Statü Endişesi’nden öğreniyoruz ki:

‘‘Snop’ sözcüğü (Çevirenin Notu: Snop: İngilizce’deki ‘snob’ sözcüğünün Türkçe’deki karşılığı. Bkz. TDK Türkçe Sözlük.) ilk olarak 1820’lerde İngiltere’de kullanılmaya başlandı. Söylenene göre o zamanlar Oxford ve Cambridge üniversitelerinde sıradan öğrencileri aristokrat öğrencilerden ayırabilmek için adlarının hemen yanına sine nobilitate (soylu olmayan) ya da kısaca s.nob diye not düşülürmüş. Sözcüğün kökeni bu s.nob kısaltmasına dayanıyor.

Snop sözcüğünün anlamı zaman içinde değişime uğradı. ‘Snop’ başta yüksek statü sahibi olmayan kişileri karşılayan bir sözcük iken, kısa bir süre sonra yüksek statünün yokluğundan rahatsız olan kişiler için kullanılmaya başlandı. Artık şu da açıktı ki snop sözcüğünü telaffuz edenler, eleştirel bir imada bulunmuş oluyorlar, yerilmeyi ve alay edilmeyi hak eden bir ayrımcılığı tarif ediyorlardı. Bu konuda yazılan ve konuya öncülük eden ilk kitaplardan biri William Tharckeray’in 1848 tarihli ‘Book of Snobs’ oldu; Thackeray kitabında snopların geçen son yirmi beş yıl içinde ‘İngiltere’nin her köşesine demiryolları misali yayıldıklarını, güneşin hiç batmadığı bu İmparatorluk’un her yerinde bilinip tanındıklarını’ anlatıyordu. Fakat aslında yeni olan şey snopluk değil, yeni bir tür eşitlik ruhunun ortaya çıkmış olmasıydı; geleneksel olarak sürüp giden ayrımcılık en azından Thackeray gibi adamları günden güne daha da rahatsız etmeye başlamıştı.’

Thackeray, bizimkiyle tanışsaydı var ya, o kitabı muhtemelen suratına çarpa çarpa parçalardı. Bak şimdi yine sinirlendim. Allah’ın dingil snopu!

Statü Endişesi Alain de Botton

(Çev: Ahu Sıla Bayer) Sel Yay.


Kurdun ininden

Kurtlar Vadisi, 3 Mart akşamı yayınlanacak bölümüyle, tarihinin en düşük reytingini alırsa hiç şaşırmayın.

O bölüm, ömrümde bir kez bile baştan sona izlemediğim için zerre kadar vakıf olmadığım ‘kilit sırrın’ çözüleceği bölümmüş ama?..

Olabilir...

Kilit sırrın deşifrasyonu, Rauf Denktaş’ın ‘Kıbrıs sorununu’ bir kez daha anlatması neticesinde gerçekleşecekse, her şey olabilir.

Yahu hakikaten çok şenlikli bir ülkede yaşıyoruz be. Valla...

Kurtlar Vadisi’ndeki düğümü çözmek, bin yıldır çözülemeyen Kıbrıs düğümünün başkahramanı Rauf Denktaş’a düştü iyi mi...

KKTC Cumhurbaşkanı, dizi ekibinin kendisine yaptığı teklifi ‘Ana haber bültenlerinde ömrü billah anlattım durdum, kimseler dinlemedi, bari reytingi yüksek bir dizi bulayım, orada anlatayım’ diye düşünerek kabul etmiş.

Üstelik görünen o ki racon muhabbetine ayak uydurmakta hiç de zorluk çekmemiş. Bilakis, şimdiden gayet vakıf yani...

Neymiş?: ‘Halkım için kurdun inine bile girerim’miş...

Gerçi, bir taraftan da Kurtlar Vadisi bu...

Çakır’ın öldürüldüğü dönemde yaşananları düşününce?..

Gazeteye vefat ilanı verenler, hüngür şakır ağlayanlar, halı sahada maç öncesi saygı duruşunda bulunanlar...

Hakikaten belli de olmaz... Belki de Denktaş, Kurtlar Vadisi sayesinde hayatının en yüksek reytingini alır.

Olur mu olur... Sonra bütün kahvehaneleri, halı sahaları dolduran vatandaşlar, tüfek omza, doğru Kıbrıs’a...
Yazarın Tüm Yazıları