Ne CEO’nun sevgilisiyim ne lezbiyenim

Eyşan Özhim, Türkiye’de yaşayan birçok kadın gibi oyunculuk-modellik mesleğini icra ederken bir başka noktaya, marka yöneticiliğine sıçramak, o alanda var olmak, sadece var olmak değil, başarılı da olmak istemiş, gecesini gündüzüne katmış, üç beş değil tam 7 yıl çalışmış ama amacına ulaşamamış biri.

Şimdi yeniden başladığı noktaya döndü... Oyuncu olarak kendine yeni bir kariyer çiziyor. Son 10 yıl içinde yaşadıkları benim ilgimi çekti. Ben de teybimi kaptım, onu dinledim ve size aktarıyorum...

Siz hayata hangi kontenjandan başladınız... Amacınız iş kadınlığı mıydı, modellik mi?

- Ben ressam olmak istiyordum... Güzel Sanatlar’da resim okudum...

Bir rol modeliniz var mıydı? /images/100/0x0/55eb41d9f018fbb8f8b577e8

- Vardı, Tuncer Amca...

O da kim...

- Babamın yakın bir arkadaşı... Hem ressam hem reklam ajansı sahibi... Annemi ve babamı TRT için hazırladığı bir dizide oynatmak istiyor. Babam emekli subay, annem de Bedensel ve Zihinsel Özürlüler Derneği Başkanı... Hakiki manada güzel insanlar, bu tür şeylere de açıklar. Ben de 15-16 yaşlarındayım, onlarla birlikte sete gidiyorum ve kendimi o dizideki önemli rollerden birini oynarken buluyorum. Sonra gerisi geliyor, bir çok projede yer alıyorum. Daha lise öğrencisiyim...

Ne olmak istiyorsunuz ileride?

- Tuncer Amca’nın ressam olması beni etkiliyor, kızı sınavlara hazırlanıyor, bir türlü giremiyor. "Ben de deneyeyim bari" diyorum, evdekilerden gizli Güzel Sanatlar’ın sınavına giriyorum, resim bölümünü üçüncülükle kazanıyorum... Okul masraflarımı çıkarmak için modellik yapıyorum, arkadaşlarımın çektiği filmlerde oynuyorum, komşularımızdan aldığım parça işler bile oluyor, tişörtlere pul-boncuk işliyorum...

Peki şöhret kapıyı ne zaman çalıyor...

- Güzellik yarışmasına katıldıktan sonra... Bir sene önce Meltem Hakarar yarışmaya girmiş, baktım neticesi iyi, ertesi yıl ben de girdim. Girmez olaydım artık herkes beni tanıyordu. Oysa hiç böyle dertleri olan biri değildim. O arada okul bitti, benim aklım fikrim bir tasarım ofisi açmakta... Ama o sırada Türkiye’nin en büyük tekstil şirketlerinden birinden teklif geldi. Yeni bir kadın markası yaratacaklarmış, kampanyanın modelliğini teklif ettiler...

Neden sizi seçmişler?

- Çünkü tipik bir Türk kadını istiyorlarmış... Ben çok ince, çok zayıf bir tip değilim. Herkes gibi biriyim... Bütün şirketlerde, bankalarda çalışan kadınlar aşağı yukarı benim gibi...

Ve bu kadın, o markayı temsil edecekti öyle mi?

- Evet, reklam ajansının şöyle bir talebi vardı: Truman Show gibi bir kampanya yapmak... Hedef kitleye uygun kadının değerlerini bulalım ve o değerlerde bir kadın yaratalım... İşte o kadın bendim. Prototip bir Türk iş kadını... Onun kıyafetlerini tasarlamaya başladık. Onun rahatlıkla giyebileceği giysiler, terlemeyeceği, kollarını kolaylıkla hareket ettirebileceği, en esnek kumaştan gömlekler, en likralı pantolonlar-ceketler... Gerçekten de Türkiye’nin en büyük boşluklardan biri iş kadınının kıyafet ihtiyacıydı. Ve işe koyulduk...

O zaman, siz o markanın sadece yüzü değildiniz...

- Değildim tabii, hem organizasyonları yapıyordum hem konseptleri hazırlıyordum... Marka yöneticisiydim yani. Hem de bayram seyran demeden her gün 24 saat çalışarak. Bu işin arasında modellik, 365 günde sadece 10 günümü alıyordu.

Ama o markayla birlikte sizin peşinize "CEO’yla birlikte oldu" dedikodusu yapıştı. Bu eleştirilerde haklılık payı yok muydu hiç?

- Yoktu... Buna cevap vermek bile benim için zul... Ama yıllar geçiyor bu dedikodu hálá peşimi bırakmıyor. İşin kötüsü, çevremdeki bir sürü kadın da böyle olduğunu düşünüyor. Oysa alakası yok. Benim genel müdürümle ilişkim yoktu, hiç olmadı...

Ama sizi tanıyan tanımayan bir sürü insanın beyninin arka taraflarında böyle bir izlenim var. Her iki taraftan da gelmiş kuvvetli bir yalanlama da hatırlamıyorum...

- O zaman ben size en başından anlatayım: Biz bu markayı planlarken, 8 ay gizli tuttuk. Projemiz çalınmasın diye... Ve o gizlilik içinde sürekli birlikte çalıştık. Doğal olarak... Dışarıda toplantılar oluyor, yemeklere, seyahatlere gidiliyor... Kadın tanınan biri, üstelik model, adam ise yönetici ve bekar... "Başka türlüsü olamaz, aralarında mutlaka bir ilişki vardır" diye yakıştırılıyor... Olay budur.

Peki o dedikodular ne zaman ayyuka çıktı?

- Lansmanı yaptığımız gün... İkimizin fotoğrafını bastılar...

Sizi bu kadar rahatsız ettiyse, neden canhıraş bir şekilde itiraz etmediniz? Neden yalanlamadınız?

- Ben tek başına yalanlayamazdım ki... Bana "Üzerinde durmaya değmez" dediler. "Geçer unutulur, gider" dediler. "Büyük bir şirketiz, düşmanımız çok, normaldir" dediler... Ama işin kötüsü, dedikodudaki ikinci şahıs bu olayın üstüne yattı...

Nasıl yani?

- Yeryüzündeki bütün erkekler güzel bir kadınla anılmak istermiş yani... Öyleymiş... Onun da gizliden gizliye hoşuna gitti...

İyi ama "Ben evli barklı bir kadınım ve bu şekilde gündeme gelmek istemiyorum" niye demiyorsunuz...

- Diyorum. Ama karşımdakiler, "Burası Türkiye, bir sürü başarılı kadın için bu tür şeyler söylenir" diyorlar... "Sakın basınla konuşma" diye tembihliyorlar...

Ama sizi, orada burada gecenin bir yarısı görenler var...

- İş dışında o adamla özel olarak hiç görüşmedim... Görmüşler mi onunla beni sarmaş dolaş, ele ele... Hayır...

Peki nasıl olur da o şirkette çalışan bir sürü kadın bile, kadınsı bir içgüdüyle, "Vardı onların arasında bir şey" diyor? Herkes mi uyduruyor...

- Uydurma değil ama varsayım... "Nasıl olsa vardır, öyledir, olmaması mantıklı değil" diye düşünüyorlar. Ha şu var, bu dedikodular genel müdürümün de hoşuna gitti. Zaten flörtçü bir yapısı var, sanki aramızda bir ilişki varmış gibi davranmaya başladı. Toplantıda elemanlarına sarılır, ellerini tutar, iltifat eder... Bana da herkese yaptığı kadarını yapıyordu ama tabii daha çok göze batıyordu. Önceleri kötü bir niyet algılamadım. Ama sonraları anladım ki, bütün bunlardan etkilenmiş, kendini inandırmış ve beni kafaya takmış...

Eeee?

- Bunu ilk hissettiğim anda kabullenmek istemedim. Bu arada yıllar da geçip gidiyor... Ben o şirkette tam 7 yıl çalıştım. Ve herkesin kafasının arkasında böyle bir düşünce... Ben yok saymak istiyorum çünkü bir taraftan da çok güzel işler çıkarıyorum, kendimi ispat ediyorum. Benim de böyle bir derdim vardı işte, sadece model olarak anılmak istemiyordum, iş kadını olarak var olmak istiyordum... "Güzel kadın"ın ötesine geçmek istiyordum. Başardım da... Allah’ı var, 7 sene inanılmaz çok paralar kazandırdım onlara...

Peki sizin maaşınız?

- O da başka bir sorun, kendi ekibimde çalışan elemanlardan bile düşüktü. Sigortalı bile değildim. İndirimli ürün bile alamıyordum. Neymiş? Dedikodu çıkarmış... "Çıkmış zaten çıkacağı kadar" diyordum. Ama yine de değişen bir şey olmuyordu.

E niye peki kabul ediyordunuz bu şartlarda çalışmayı?

- Çünkü güzel bir şey ispatlamıştım... Her gittiğim yerde, herkes tarafından takdir ediliyordum. Ruhat Mengi bile köşesinde "Eyşan’dan sonra o markaya yenilik geldi, gençlik geldi" diye yazmıştı.

Ve 7 sene sonra ayrıldınız.

- Evet. Son zamanlarda tersliyordum onu. Öyle zordu ki... Laf da söyleyemiyorsun. Bir şey desen, "Ne demek istiyorsun, ben sana asılıyor muyum?" diyordu. Öyle kalıyorsun... Çıkıp kimseye de, adıyla sanıyla "Bu adam böyle yapıyor" diyemiyorum... Kedinin fareyle oynadığı gibi bu dedikodular üzerinden benimle oynadı. 7 yılın sonunda "Ben gidiyorum" dedim. Şirkette kimse inanmadı. "Sen bir tatil yap, sonra gel" dediler. "Yok, ben gerçekten gidiyorum" dedim.

Genel müdürünüzün tepkisi ne oldu?

- "Gidersen biz de markanın konseptine aykırı davrandı, markanın kadınına yakışmayacak davranışları vardı" diye kendimizi savunuruz dedi.

Lezbiyenlik suçlaması da buradan mı çıktı yani...

- Evet. Ben de "Elinizden geleni, ardınıza koymayın" dedim. Bu sayede lezbiyen de oldum... Yanlış anlaşılmasın, ben lezbiyenliğe filan karşı değilim ama bu yüzden bir sürü iş kaybettim.

İyi de kapı arasında yemin edip, "Vallahi, ben onları gördüm, kadın sevgilisi var" diyenler de var... Nasıl çıkıyor bu laflar...

- Nasıl mı çıkıyor? Geçenlerde Babylon’a gittim. Çıkışta kızı arkadaşlarımdan biri çok sarhoştu. Diğer arkadaşımla onu bir taksiye bindirmeye ikna etmeye çalışıyorduk. Birdenbire karşımızda bir basın ordusu... Ertesi gün gazetelerdeki haber şöyleydi: "Eyşan, kız arkadaşlarıyla basıldı, konuşamayacak kadar sarhoştu..." Biri komşum, biri okul arkadaşım...

Ateş olmayan yerden duman çıkıyor mu?

- Çıkıyor tabii... Biri üzerine bir kıvılcım atıyor, birden yanmaya başlıyorsun, tabii ki duman çıkıyor...

Bütün bunlar kocanızla ilişkinizi nasıl etkiledi?

- Kocamla ilişkim çok daha önceden bitmişti zaten. "Belki toparlarız" dedik... Olmadı. Tanıştığımız günlerde söz vermiştik, birbirimizi hiç yalan söylemeyecektik, söylemedik de...

İnsan aşkın bittiğini nasıl anlıyor... Ziller mi çalıyor?

- Tam tersine ziller çalmamaya başladığı zaman anlıyorsun, aşkın bittiğini... İçin kıpır kıpır etmiyor artık. Güzel bir birlikteliğin var ama kıpırtı yok, heyecan yok...

Kaçıncı senede bitti?

-17 yıldır evliydik. 10’uncu senede bitti. Belki daha da önce... Sonunda öyle bir an geldi ki, "Birlikte yaşlanmamız ve ölmemiz şart değil" diye ayrıldık. Dostça...

Kardeş gibi olduk dediğiniz bu muydu?

- Evet bence bu kadar seneden sonra, karın-kocanla, kolun bacağın arasında bir fark kalmıyor... Bir uzantın gibi oluyor...

Bu dedikodular, kocanızı rahatsız etmiş olabilir mi?

- Onun her gün yaşadığım her şeyden haberi vardı. Her şeyi anlatırdım. Ama tabii bunalımlara girdim, terapi gördüm, intiharlara kalkıştım, ağır depresyon geçirdim. İşimi kaybetmek istemediğim için, ağır dedikodularla boğuşmak zorunda kaldım... O süreçte Serdar, bana en çok destek olan insandır.

Oyunculuk ne kadar önem verdiğiniz bir şey? Bu alanda ne kadar iddialısınız...

- Ben yeniden başladığım noktaya döndüm. Kafayı sıyırmaktansa, işten ayrılmaya karar verdim. Marka yöneticiliği için birtakım yerlere başvurdum ama olmadı. O yüzden artık oyunculuk yapıyorum. "Kısık Ateşte 15 Dakika" ilk uzun metraj filmimdi ve ilk baş rolüm. Şimdi de "Kutsal Damacana". İyi bir film oldu gibi... Yine de kararı izleyiciler verecek.
Yazarın Tüm Yazıları