Nazar değmeyen çocuk ve kar

İLK kar değdi sokaklara.

Serpeliyor dışarda.

Bir çocukluk anısı gibi:

Sana yağının üzerine serpilen toz şeker...

* * *

Karın üstünde turuncu kazağıyla bir trafik uyarısı gibi, çocuk.

Burnu kızarmış soğuktan.

"Al, arabanın aynasına asarsın amca" diyor, elindeki nazar boncuklu tespihi camdan uzatarak.

Gözleri nazar değecek kadar güzel, yüzü kendini nazardan koruyacak kadar kirli.

O, nazar değmeyen çocuklar.

"Bana nazar değmez, artık yaşlıyım ki" diyor adam.

"Olur mu amca" diye ısrar ediyor çocuk:

"Köyde bizim kara ineğe bile nazar değmişti, süt vermez oldu"...

* * *

Sonra gözleri, yandaki arabanın camından ona bakan yakası kürklü montlu, kırmızı beyzbol şapkalı yaşıtına takılıyor.

Elindeki tespihi bitirim bir edayla sallayarak, diğer arabaları pas geçiyor.

Ve caddenin hakimi gibi, yeşile dönüşen trafik ışıklarına doğru ağır adımlarla yürüyor asfaltta.

Arkasındaki arabalar, her birden bastıkları kornalarıyla yine onun marşını çalıyor.

Bakıyor arkasından adam:

Ne "aşkolsun çocuk sana" diyebiliyor, ne de "maşallah"...

* * *

Kuğulu Park’ı hafiften örtmüş kar.

Sarı, turuncu, kırmızı, kahverengi sonbahar yapraklarında hala durulmuş bir Van Gogh tadı var.

Simitçi daha bir örtülü, iskemlesini yana alan çakmakçı daha çok ayakta.

Arada bacaklarını oynatıyor ayaza karşı.

Sevgililer daha sarılgan, giderek ıssızlaşan banklarda.

Bir de ördeklerle "vakvakça" konuşan sokak çocukları...

Tarifsiz, gizli bir güzelliği var parkın.

Edip Cansever’in dizelerindeki gibi:

"Biliyorsunuz parkların

Sizi çağıran tarafları

İnsanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlı".

İlk karın da insanı çağıran bir tarafı var.

İlk karı dinlemeli ve peşisıra gitmeli insan.
Yazarın Tüm Yazıları