Nazal kemiği nasıl ‘nazar’ kemiği oldu?

Güncelleme Tarihi:

Nazal kemiği nasıl ‘nazar’ kemiği oldu
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 14, 2010 13:40

ESKİ gazetecilerden Durul Salman aradı. Telefonda kahkaha atmaktan güçlükle söyleyebildi arama nedenini; “Nazar kemiği olur mu hiç? O yazdığınız nazal kemiğidir!” Kontrol ettim, gerçekten Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın Kayseri’de yumruklanmasına ilişkin haberin birinci sayfadaki spotunda “Nazar kemiği kırıldı” yazıyordu.

Haberin Devamı

Herhalde bu hata durup dururken olmamıştır diye düşündüm. Yanılmamışım. Hem Anadolu Ajansı, hem de Doğan Haber Ajansı’nın Kayseri’den 19 Nisan’da geçtikleri haberde, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri Başhekimi Prof. Dr. Muhammet Güven’e atfen “nazar kemiği” ifadesi yer alıyordu. Prof. Dr. Güven’i telefonla aradım. “Affedersiniz, bakanın nazal kemiği mi kırılmış, nazar kemiği mi?” diye sordum. O da güldü. “Ben de gördüm haberleri” dedi:
“Tabii ki nazal kemiği kırılmış. Nazal dediğimiz burun! Belki gazetecilere açıklama yaparken tıbbi terim kullanmasak daha iyi olurdu. Ben nazal deyince onlar nazar anlamış, öyle yazmışlar.”

İşin ilginci, ajanslardan gelen bu yanlış, 20 Nisan günü, Hürriyet ile kalmamış, Milliyet, Radikal, Akşam, Vatan ve Bugün gazeteleri ile bazı televizyon kanallarının haberlerine de aynen sızmıştı. Bazı gazeteler kemiğin adını vermeyerek hatadan kaçınırken, sadece Sabah ve Tercüman, yanlışı düzelterek “nazal kemiği” diye vermişti.

Yerel muhabirlerin bir sözcüğü yanlış anlamasıyla başlayan küçük bir hata, hiçbir aşamada fark edilemiyor ve bu kadar yaygın hale gelebiliyor! Dikkat çekici bir hatalar zinciri var ortada. Maalesef ben gülemiyorum bu hataya.

Haberin Devamı

Belaltına inen kavga

SON zamanlarda Hürriyet’in hiçbir haberi bu kadar tartışılmamıştı desem yeridir. 16 Nisan’da yayınlanan “Yargıdaki savaş belaltına indi”

/images/100/0x0/563cdce4f018fb32c8ed14ef
başlıklı haber, Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Osman Can’ın eşi Gülnur Can ile ilgiliydi. Üç yıl önce evli ve Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyken Gülnur Can’ın bir öğretim üyesine yazdığı “beğeni” mesajları nedeniyle bir yıl okuldan uzaklaştırma cezası aldığı, mahkemenin de bu kararı yerinde bulduğu duyuruluyordu.

Okurların yanı sıra bazı gazetelerden de eleştiriler geldi bu habere. Halbuki Hürriyet’i şimdi eleştiren kimi gazeteler, Ergenekon davasında yargılanan generallerin eşleri ile gazeteci Güler Kömürcü’nün ses kayıtlarına ve Yarsav Başkanı E. Ülker Tarhan’ın kızının sigorta yaptırdığı haberlerine sayfalarında yer vermişlerdi. İntihar eden albay Berk Erden’in eşi Özgül Erden hakkında bile haberler yayınlamıştı. Tabii bunları hatırlatırken amacım sadece çifte standarda dikkat çekmek. Zira başkalarının yanlışları, Hürriyet’e yanlış yapma hakkı vermez. “Yargıda savaş belaltına indi” haberindeki bilgilerin doğruluğu, Gülnur Can’ın demeçleriyle de kanıtlandı. Ancak haberdeki temel sorun, o bilgi ve belgelerin, bir kavganın aracı olarak piyasaya sürülmüş olması. Nitekim Hürriyet de haberi okuyucuya sunarken, “belaltına inen bir savaş”tan söz ederek, bu belgeleri kötülüyor ve bir savaş nedeniyle basına sızdırıldığını kabul ediyor. İyi de bu “belaltı belgeleri” yayınlayan başka gazete yok! “Belaltı” diye aşağıladığı o belgeleri kamuoyuna yine Hürriyet duyurdu! Bence böyle bir kavgada aracı olmamak gerekirdi.

Haberin Devamı

O fotoğraflar gazetecilik faaliyetinin ürünü mü?

BAŞBAKAN Erdoğan’ın o fotoğrafları geçen haftanın en çok göze çarpan işlerinden biriydi. Erdoğan, o üç fotoğrafta dosyalar arasında çalışıyor; kuliste oylamayı bekliyor ve divana uzanmış Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile sohbet ediyordu. Hürriyet Ankara bürosundaki foto muhabiri arkadaşlarımın yakınmaları üzerine inceledim bu konuyu. O fotoğrafları çeken Kayhan Özer, Anadolu Ajansı’nda kadrolu; ama sürekli Başbakan Erdoğan’ın yanında, her yere serbestçe giriyor ve çektiği fotoğraflar da Başbakanlık denetiminden geçtikten sonra servise konuyor. AA Görsel Yayınlar Daire Başkanı Ömer Tekdal’a sordum; ABD ve Fransa gibi ülkelerden örnekler vererek savundu:

“Liderlerin resmi programları dışındaki görseller, medya kuruluşları için daima ilgi odağı olmuştur. Mekansal sorunlar, güvenlik tedbirleri ve yoğun tempo çoğu zaman liderlerin her an fotoğraflanmasına olanak vermemektedir. Akredite foto muhabirleri, liderlerin programlarından kesitleri, ulusal haber ajansları aracılığı ile geniş kitlelere aktarabilmektedir. O fotoğraflar da çevrimçi bir noktada çekilmiştir.”

Ben aynı görüşte değilim. Akredite foto muhabirliği ile Başbakanlıktaki AA kadrolu foto muhabirliği aynı kefeye konamaz. Çünkü akredite foto muhabirleri çektikleri fotoğrafları kendileri seçerek servise koyuyor, oysa Başbakanlık’ta çekilen fotoğraflar bir ön denetimden geçiyor. Bu foto muhabirliği değil, özel fotoğrafçılık. Dünyada bu tarz fotoğraflar, bir foto muhabirliği ürünü değil; tanıtım fotoğrafları olarak değerlendiriliyor, “resmi fotoğraf” olarak dağıtılıyor. Beyaz Saray’ın web sitesindeki Obama fotoğraflarının üzerine “Official White House Photo” (Beyaz Saray resmi fotoğrafı) ibaresi konuyor. Zaten o fotoğrafları çekenler de maaşlarını Beyaz Saray’dan alıyorlar. Erdoğan’ın özel fotoğraflarını çeken kişi ise AA’dan maaş alıyor, fotoğraflar da web sitesine konmak yerine AA’dan satılıyor! Bu durumda o fotoğraflar, bir gazetecilik faaliyetinin ürünü olarak kabul edilebilir mi?

Haberin Devamı

Bir de kutlama

HER zaman eleştirecek değiliz, bu kez de başarıyı kutlayalım. Siirt’te, yedi küçük kıza onlarca erkeğin tecavüzü olayını ortaya çıkaran Gülden Aydın arkadaşımız, bu haberiyle alkışı hak ediyor. 21 Nisan günü “Orada kimse yok mu?” başlığıyla duyurulan haber, bir kentte birçok insanın “gizli sırrı” durumundaki acımasızlığı gözler önüne serdi.

Yanlış puan

12 Nisan’da spor sayfasında süper ligde ilk dört takımın kalan maçlarının yer aldığı tabloya göre, Bursaspor’un 61 puanı vardı ve bir sonraki hafta Gençlerbirliği ile maç yapacaktı. İkisi de yanlıştı. Gençlerbirliği maçı o hafta oynanmıştı, Bursaspor’un puanı da 61 değil 62 idi. Gözden kaçmış, zira bitişik sayfadaki fikstür doğruydu. Okurumuz Asım Koç uyardı; 17 Nisan’da da 40. sayfada “isabetli pas” iki kez yazılmıştı, birisi “isabetli orta” olacaktı.

Taksim yasağı

Haberin Devamı

14 Nisan’daki “Taksim 33 yıl sonra 1 Mayıs’a açıldı” başlıklı haberde “Taksim, kanlı 1 Mayıs’ın yaşandığı 1977’de kutlamalara kapatıldı” deniyordu. Bu bilgi yanlıştı. Taksim’de 1 Mayıs 1978’de miting yapılmıştı. Yasak 1979’dan itibaren başlamış, 12 Eylül ve sonrasında da devam etmişti.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!