NATO'ya Ortadoğulu üye önerisi

THOMAS Friedman, NATO'nun genişlemesine yepyeni bir boyut kazandıracak önerisiyle beni çok şaşırttı. Friedman, NATO'nun bu kez Ortadoğu'ya doğru genişlemesini öneriyor ve üç yeni üyeyle bu genişlemenin tarifini yapıyor. Bu üç yeni NATO adayı İsrail, Mısır ve Irak.

Friedman'a göre Irak'ta Amerika ciddi bir açmazda. Irak'ta normalleşme başlarsa Irak'ın bir orduya ihtiyacı var. Bu ordu İran'a karşı durabilecek fakat komşuları için tehdit oluşturmayacak boyutta olmalı. Aynı Irak ordusu, uzun yıllar ‘‘zayıf’’ bir demokrasi ile yönetilecek Irak'ta rejim karşıtlarını da bastıracak gücü elinde tutmalı.

Friedman burada Türkiye'yi örnek gösteriyor ve Türk ordusunun ‘‘modern’’ Türkiye'nin demokratik kurallar içinde yönetilmesinin garantisi olduğunu vurguluyor.

Friedman aynı ‘‘tip’’ bir orduyu Irak için öneriyor.

Bu ordunun komşular ve modern dünya için tehdit oluşturmamasının yolunu ise Irak'ı NATO'ya dahil etmekte buluyor.

Friedman'a göre Mısır'ın da NATO'ya girmesi gerek. Bunun nedeni ise Mısır ordusundaki insan gücü. Friedman, Avrupalı NATO üyelerinin ve Kanada'nın toplam 1 milyon 400 bin kişilik bir askeri güce sahip olduğunu ancak bunun sadece 50 bininin ‘‘dış görevlere’’ gönderilebilir pozisyonda bulunduğunu belirtiyor. Mısır'ın NATO'ya dahil olmasıyla hem gücün artacağını, hem de Mısır'ın Arap-Müslüman karakteriyle Irak ve Afganistan gibi ülkelerde ‘‘barışı koruma’’ görevi yapmasının çok daha kolay olacağını belirtiyor.

Friedman'ın bu görüşleri ilginç.

Çünkü bu cümleler gösteriyor ki, Amerika'nın ‘‘demokrat entelektüelleri’’ Türkiye'yi pek de ‘‘NATO gücü’’ gibi görmüyor, üstüne üstlük bölgedeki görevlerde Türkiye'ye rol biçmiyorlar.

Friedman'ın ‘‘teorisi’’ İsrail'e gelince biraz çöküyor.

Yazarın İsrail'i NATO'ya önerme gerekçesi sadece ve sadece ‘‘denge’’. Bunun dışında NATO üyesi bir İsrail'e somut bir görev biçilmiyor.

Friedman'ın söylediklerini, geçtiğimiz haftalarda benim yazdığım bir yazının çerçevesinden değerlendirmek konuya ayrı bir anlam katıyor.

ABD'nin Ankara Büyükelçesi Edelman'ın Türkiye'deki Amerikan firmalarının üst düzey yöneticileriyle yediği bir yemekte Türkiye'ye, iki bloklu dünyada Doğu Bloku ile Batı dünyası arasında ‘‘tampon’’ görevi yapan Almanya'nın rolünü uygun gördüğünü ve bunun Türkiye için bir şans olduğunu söylediğini aktarmıştım.

Görülüyor ki, ABD'de Türkiye'ye bu rolü vermekle vermemek arasında fikir ayrılıkları var.

Öyle görünüyor ki, Türkiye bölgede Batı dünyasının güvenilir ‘‘adamı’’ olmak için biraz fazla büyük, biraz fazla güçlü ve biraz az güvenilir bulunuyor.

İstanbul’un taksileri İstanbul’a yakışmalı


İSTANBUL'da giderek büyüyen ve kimsenin dile getirmediği bir sorun var: Taksiler. Daha doğrusu ‘‘taksi şoförleri’’. Önceki akşam İstanbul'a gelen bir turist ailesi, bindikleri taksinin şoförü tarafından hem soyuldu, hem de dövüldü.

Turizmde büyümek isteyen bir ülke için bundan daha ‘‘beter’’ bir durum zor olur.

Ancak ne yazık ki, İstanbul'da durum bu.

İstanbul'un taksilerinin ve taksicilerinin büyük bir bölümü dünyanın medeni hiçbir ülkesinde olmayacak bir durum içindeler.

Taksilerin fiziki durumu rezalet.

Pek çoğu eski püskü, dökülüyor.

Ama bundan beter olanı ‘‘sürücülerin’’ durumu.

Bazıları gerçekten ‘‘beyefendi’’ ama bunlar azınlıkta.

Büyük bölümü ise ‘‘hırpani’’ durumda.

Saç baş, kılık kıyafet rezalet.

Pek çoğuna, erkek halim ve 190'a 90 kiloluk cüssemle ben bile binmeye korkuyorum.

Bir de siz düşünün gece vakti bu taksilere binmek zorunda kalacak kadınların halini.

Kimin, neyin otomobiline bindiğimizi dahi bilmiyoruz.

Oysa bu işin bir standardı olmalı.

Bir kurs, kısa dönemli bir okul.

Ardından alınacak bir sertifika. Ve bu sertifikanın, şoförün kimliğini belirtecek bir bilginin takside bulunması gibi zorunluluklar olmalı.

Bindiğiniz taksinin şoförü mü kullanıyor yoksa bir gaspçının elindeki taksiye mi biniyoruz bilemiyoruz.

Yol iz bilmeyen, konuşamayan ve belki de ‘‘tehlikeli’’ kişilerin kullandığı araçlar, İstanbul'da halka hizmet ediyor.

Her gün binlerce insanın kullandığı bu ‘‘vasıtayı’’ İstanbul'a yakışır bir hale getirmemiz şart.

Lady Di fahişe mi?


LADY Diana hakkında her gün yeni yeni tevatürler gazetelerde yayımlanıyor. Yayımlananlar eğer doğru ise Lady Di oldukça becerikli bir hanımmış.

Onca yakın takibe, korumalara ve medyaya rağmen bunca işi kotarabilmiş.

Bunun yanı sıra ‘‘kötü kadın’’ sıfatını hak edecek kadar da hareketli bir ‘‘aşk’’ yaşamı varmış.

Hiç üstüme vazife değil, biliyorum ama doğrusu ben bu yazılanların onda birine bile inanmıyorum.

Ve ben bu haberlerin tamamını İngiliz Kraliyet Sarayı'nın ‘‘dezenformasyon kampanyası’’ olarak algılıyorum.

Çünkü Lady Di'nin yaşamı ve ölümü, İngiliz halkında saraya karşı çok ciddi bir nefret uyandırdı.

Halkın gözünde Lady Di yükseldi, saray ise yerle bir oldu.

Di efsanesi her geçen gün büyüdü.

Charles ve ailesi ise giderek küçüldü.

Ve şimdi saray ciddi bir kampanya ile Lady Di'yi halkın gözünden düşürerek, bir efsaneyi yıkmak ve saray karşıtlığını ortadan kaldırmak istiyor.

Lady Di karşıtı bu kampanya, gazetecilik okullarında ders olarak okutulacak kadar ustaca götürülüyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Ortaçağ'da bile insanların yaşadıkları kenti güzelleştirmeye çalıştıklarını unutmadığımız zaman.
Yazarın Tüm Yazıları