Názım Hikmet’le üslubumuz benzemiyor, cümle yapılarımız farklı

Köşe yazma fikri nereden doğdu?

- Nazlı Ilıcak benimle röportaj yapmak için Bodrum’a geldi. Bir ara, ‘Bizim için yazı yazar mısınız İbrahim Bey?’ dedi. ‘Hay hay’ dedim. Kendimi Bugün Gazetesi yazarı olarak buldum.

Kendinizi köşe yazmaya yetkin hissediyor musunuz?

- Köşe yazan herkes çok yetkin de, ben mi değilim? Ama herhangi bir iddiam yok, içimden geldiği gibi yazıyorum...

Yazılarınızdan bu kadar çok alıntı yapılmasını neye bağlıyorsunuz?/images/100/0x0/55eacb3cf018fbb8f8972233

- Herhangi bir iddiam yok dedim ama bende konu var... Bir de şiirsel yazarım. O diziler-miziler, klipler, şarkılar -ayıptır söylemesi- hep bu kafadan çıkıyor. Efendim, mesele şu: Kadınlar hakkında bir yazı yazdım. Birkaç köşe yazarı bana bir şey salladı. Ben de onlara salladım. Karşılıklı sallandık. Ben ‘Kadınlarımız’ diye yazdım. Meğer çok eski ve rahmetli bir şairimizin de ‘Kadınlar’ diye bir şiiri varmış...

Názım Hikmet’i kastediyorsunuz.

- Evet ama üslubumuz benzemiyor. Kullandığımız kelimeler ve cümle yapılarımız farklı. Gerçi benimki de şiir gibi. Durup dururken, farkında olmadan şiir yazmışım. Yazı bir yayınlandı, eyvaaaaaah, kıyamet koptu.

ÊKadınlara uyguladığınız şiddete, neden Názım’ı alet ettiniz?

- Ben bilmiyordum ki, onun böyle şiiri olduğunu. Bak yalan yok: Ben kitap-mitap okumam. Nereden bileceğim Názım Hikmet’i.

Yani...

- Benzerlik benim bilgim dışında gelişmiş. Her ne kadar adımız, ‘Kadınları döver, söver, hakir ve küçük görür’e çıkmışsa da, bizim de kendi içimizde bir dünyamız var. Kadınlara beslediğimiz nefret değil, kin değil, sevgidir. Ama anlayan kim!

‘Yemeğin tuzu fazla diye kafasına tabak fırlattığımız kadınlarımız...’ gibi cümleler var o yazınızda...

- Bunlar var. Ama gerçekten var. Sadece Doğu’da değil, burada da var. Yaşanıyor. Diyor ki, o yazıda ‘Annelerinden babalarından koparttığımız, gelinlikler giydirdiğimiz, ellerine kınalar yaktığımız, kollarına bilezikler taktığımız kadınlarımız, yemek tuzlu olunca kafasına tabağı fırlattığımız kadınlarımız...’ O an içimden öyle geldi, yazdım. Názım Hikmet’in şiiriyle bir paralellik kurmak... Haşa, aklımdan bile geçmez! Sayın Mehmet Barlas, öyle küçük bir not düşmüş. Teveccühüdür. Ama Názım Hikmet’in yaşadığı duyguyu ben nereden bileyim? O başka bir şey yaşıyor, ben başka bir şey yaşıyorum....

Yazı konularını nasıl belirliyorsunuz?

- Spontane gelişiyor. Birinci yazım üzerine bir dolu köşe yazarı hakkında ahkam kesti. Ben de ‘Teker teker gelin’ diye bir yazı yazdım. Bakmayın aslında, köşelerini bana ayırmaları beni yazar yerine koydukları anlamına geliyor, hoşuma gidiyor...

Hep böyle genel ve soyut mu takılacaksınız?

- Şimdilik herhangi bir konuyu alıp işlemek değil amacım. O anda aklıma ne geliyorsa. Yolda giderken denk geldiğim bir çakıl taşından bile yola çıkıp, bir şeyler yazabilirim. Ama bu demek değildir ki, ben köşe yazarlarının tahtına oturacağım, onlar için bir tehdit oluşturacağım. Yine de uyarayım: Köşelerinde bana bulaşanlar yanar...

BEN Mİ GELİN AYAĞIMA SIKIN DEDİM

Sık sık mafya ile çatışma haberleriniz yazılıp çiziliyor. Zırt pırt silah, zor kullanma, şiddet uygulama. Bunlar sizin imajınıza zarar vermiyor mu?

- Benim mafya ile ilişkim dostluk babındadır. Evet, benim onlarla dostluğum vardır. Ölene kadar da devam edecektir. ‘Bu insanlar dostum değil’ diyemem. Korkudan değil. Devlet de üzerime gelse fark etmez, biri dostumsa dostumdur. Ve o insanların işleri beni ilgilendirmez. Şöhret olunca, isteseniz de istemeseniz de, bir an geliyor menfaat çatışması başlıyor. Ben hayatım boyunca kimseye haraç vermedim. Kabadayı aleminden bana böyle bir yansıma olmaz. Ama doğru, o çatışma dediğiniz şeyler olmuştur. Kaset yüzünden olmuştur, bir takım başka şeyler yüzünden de olmuştur. Sahnede benim ayağıma sıktılar, bizim çocuklar da gitti bana ateş edenlere sıktı. Güzel şeyler mi bunlar? Değil. Ama işte kendimi içinde buluyorum. Ben mi dedim, ‘Gelin bana ateş edin’ diye. Ama oluyor ...

Bütün bunlar sizin şarkıcı olarak imajınızı bozmuyor mu?

- Yok bozmaz. Ben zaten şiddetin içinde yüzen bir değilim. Sürekli kendimi karaya atıp, kurtulmak istiyorum ama dalgalar beni içine alıyor. Bir de ses, ayrı bir hükümdarlıktır. Kişiliğini sevmediğin bir adamın sesini sevebilirsin...

Türk halkı beni yanlış tanıdı dediğiniz oluyor mu?

- Ben kendimi onlara kanıtlamışım, onlar beni tanıyor. Çok iyi tanıyor. Unutmayın ki, 27 yıldır ayaktayım ben. Kaset satışlarımda bir eksiklik yok, şovum izleniyor. Demek ki, ortada bir başarısızlık yok. Benim kendimi izah etmeme gerek de yok. Sevenlerim neyin ne olduğunu çok iyi bilir...

ÇAĞIRIYORUM KAPTANI VENEDİK’E ÇEK DİYORUM

İnsanın uçağının olması nasıl bir şey?

- İyi bir şey. Ama ben uçağı, bana karizma katsın diye almadım. İşime-gücüme yetişebilmek için aldım. Tarifeli uçakla her an, her yere gidemiyorsun. Böyle zamanlarda bizim kaptanı arıyorum, ‘Hazırlan İtalya’ya gideceğiz’ diyorum. Büyük rahatlık, 1.5 saatte ordayız. Geçenlerde Priştina’ya gittik, aynı gecenin sabahı Ankara’da iki programımız vardı, çektik uçağı Ankara’ya.

Keyif için nerelere gittiniz?

- Tunus’a konsere gitmiştik. Oradan Venedik yapmak istedim, uçaklarda yer yoktu. Kaptanı çağırdım, kendi uçağımla Venedik’e geçtim...

Başka kültürlerle münasebetleriniz hangi seviyede?

- Çok haşır neşir değilim. İbo Şov, ekstralar, kaset ve şirket çalışması çok vaktimi alıyor.

Bir de kadınlar tabii.

- Keşke. Tık yok bu aralar...
Yazarın Tüm Yazıları