Müziğin büyük üstadı Arif Mardin Hazreti Muhammed’in soyundandı

Modern müziğin New York’ta geçtiğimiz hafta vefat eden büyük ismi Arif Mardin’in ardından çok şey yazıldı ama tarihi bakımdan son derece önemli olan ailesinden hiç bahsedilmedi.

Arif Mardin, "Seyyid" idi, yani Hazreti Muhammed’in soyundan geliyordu. Eski isimleri "Azrakizádeler" olan Mardinler sonraki asırlarda Osmanlı aristokrasisinin önde gelen ulema ailelerinden biri olmuş ve aileden çok sayıda ilim adamı yetişmişti. İşte, Arif Mardin’in kökleri Hazreti Muhammed’e kadar uzanan ailesinin kısa öyküsü...

MODERN müziğin yarım asırdan buyana Amerika’da yaşayan çok önemli bir mensubu, Arif Mardin, geçtiğimiz hafta New York’ta vefat etti ve cenazesi geçen Çarşamba günü İstanbul’da toprağa verildi.

Vefatından sonra gazetelerde ve TV’lerde günlerce ondan bahsedildi ve müzikteki, özellikle de caz müziğindeki yeri anlatıldı. Norah Jones’tan Chaka Khan’a, Roberta Flack’tan Raul Midon’a kadar çok sayıda kişiyi keşfedip birer dünya starı yaptığı ve Türkiye’nin yüzünü ağartan büyük bir sanatçı olduğu söylendi.

Bunların hepsi doğruydu. Devlet, "dünya çapında Batı Müziği icracısı yetiştirebilmek" maksadıyla 70 küsur seneden buyana çaba göstermesine ve müzik politikamızın hep bu temel üzerinde inşa edilmesine rağmen hayal edilen müzisyen bir türlü çıkmamıştı. Ama, Arif Mardin devletin yapamadığını kendi başına yapmış ve klasik müzikte olmasa bile, modern müzikte, özellikle de cazda Batı dünyasının tanıdığı tek Türk müzisyen olmuştu.

Ben, Arif Mardin’in vefatından sonra hakkında yazılıp söylenenlere bakınca, onun tarihi bakımdan büyük önem taşıyan ailesinin gündeme hiç getirilmediğini farkettim.

Mardin ailesinden bahsetmeden önce, bir konuyu açıklamam lázım...

BİZİM ARİSTOKRATLARIMIZ

Bizde yaygın olan düşünceye göre Osmanlı Türkiyesi’nde "aristokrat" sınıfı yoktur, asırlar boyunca herşey padişahın iki dudağı arasından çıkan emre göre halledilmiştir, hükümdarın etrafında kim varsa "kul"dur ve güce sahip hiçbir aile çıkmamıştır.

Ama, işin aslı hiç de böyle değildir ve Osmanlı İmparatorluğu’nda hanedanın yanısıra asırlar boyu devam etmiş bir de aristokrasi varolmuştur! Bu aristokrasiyi, Osmanlı Devleti’nin kurulmasından önce Anadolu’nun hákimi olan Selçuklu İmparatorluğu’nun önemli ailelerine mensup olanlarla yine Anadolu’da hüküm sürmüş olan Akkoyunlu, Karakoyunlu, Karamanoğlu, Dánişmendli, Germiyanlı veya Artuklu gibi devletleri idare etmiş olanların torunları teşkil eder. Osmanlı İmparatorluğu’nda nesiller boyu devlet hizmetinde bulunmuş aileler de aristokrasiye mensupturlar ve saray, kendi aristokrasisinin yanısıra eski devlet sahiplerinin soyundan gelenlere de imparatorluğun idaresinde görev vermekte tereddüt etmemiştir.

Bizde gerçi Batı’daki "kont", "dük" yahut "marki" karşılığı asalet unvanları yoktur ama isimlerin sonunda yeralan "Ağa", "Bey", "Efendi" ve "Beyefendi" gibisinden sözlerin çoğu ve kişinin görevini gösteren bazı ibáreler, aslında bir statüye işaret ederler. Meselá bugün çoğu kişinin sarayın kapıcısı olduğunu zannettikleri "Kapıcıbaşı" aslında "saray názırı", padişahın siláhını taşıdığı sanılan "Siláhdar ağa" da "saray maraşalı"dır; "Kazasker", "Rikabdar Ağa" yahut "Mirahur" gibisinden rütbeler de aslında birer asalet unvanıdır.

MEDİNE’DEN GELDİLER

Osmanlı döneminin aristokrat aileleri bugün de devam ediyor ve mensupları artık birer Cumhuriyet vatandaşı olarak aramızda yaşıyorlar.

İşte, geçen haftaki vefatından sonra gündeme son derece önemli bir müzisyen olarak gelen Arif Mardin, böyle bir aileye mensuptu ve ailesinin Osmanlı aristokrasisinden olmasının yanısıra, bir özelliği daha vardı: Soyları Hazreti Muhammed’e kadar uzanıyordu, yani "Seyyid" idiler ve Hazreti Muhammed’in Kerbelá’da şehid edilen torunu Hazreti Hüseyin’in soyundan gelen Seyyid Hüseyin el Azrak’tan geliyorlardı.

Hüseyin el Azrak, Selçuklu İmparatorluğu zamanında ailesiyle beraber Medine’den ayrılıp Mardin’e yerleşecek, oğullarından birini Artuklu hükümdarının kızıyla evlendirecek ve Mardin ile Irak taraflarının önde gelen din álimleri, bu tarihten itibaren artık bu aileden çıkacaktı.

Aradan yine asırlar geçti ve Seyyid Hüseyin el Azrak’ın on üçüncü, Hazreti Hüseyin’in de 26. göbekten torunu olan 1816 doğumlu Yusuf Sıdkı Efendi, Mardin’den İstanbul’a göçetti ve zamanla dönemin şeyhülislamdan sonra gelen en yüksek dini görevi olan Anadolu Kazaskerliği’ne getirildi. Yine o zamana kadar "El Azrak" olan ailenin ismi, İstanbul’a gelişlerinden sonra "Mardini" oldu ve bu isim, zamanımızda "Mardin" halini aldı.

SİYASET YASAK, BAŞARI ŞART

Mardin
ailesinden, son iki asırda çok önemli isimler yetişti. Arif Mardin’in ablası olan Betül Mardin’in her zaman söylediğine göre, ailenin her ferdi önemli bir iş yapmak zorundaydı. Siyasete atılmayacak, mecburi askerlik görevleri dışında orduya da girmeyecek ama mutlaka başarılı olacaklardı ve başarı, Mardiniler’de aile geleneğiydi. "Mardin" soyadını taşıyan hemen herkes bu geleneğe uydu ve kendi alanlarında önemli işler yaptılar.

İşte, bunlardan birkaçı: Medeni hukuk ordinaryüsü ve konusunda yarım asırdan buyana tek eser olan "Huzur Dersleri" isimli kitabın yazarı Ebululá Mardin, Kazasker Yusuf Sıdkı Efendi’nin oğluydu. Kazasker’in torunlarından Prof. Şerif Mardin, dünya çapında bir sosyolog oldu, bir diğer torun Arif Mardin zamanla modern müziğin en önemli isimlerinden biri kabul edildi, Arif Bey’in ablası Betül Mardin de Türkiye’yi "halkla ilişkiler" mesleğiyle tanıştırdı.

Ben, Arif Bey’in Türk sporuyla Türk denizciliğinin büyük ismi Yusuf Ziya Öniş’in kızı olan eşi Látife Hanım’a ve ablası sevgili Betül Mardin’e tekrar sabır temenni ediyorum.

Hazreti Muhammed’in soyundan gelen Arif Mardin’in pek gündeme gelmeyen aile bağlantıları, kısaca işte böyle. Peygamberin bir başka müzisyen torununun, Şerif Muhiddin Targan’ın öyküsü de yine bu sayfadaki kutuda...

Hazreti Muhammed’in bir diğer torunu da udun büyük üstadıydı

HAZRETİ Muhammed’in soyundan gelen "Seyyid" Arif Mardin’in vefatı, bana peygamberin musiki üstadı olan bir başka torununu, Şerif Muhiddin Targan’ı hatırlattı.

Şerif Muhiddin’in babası Ali Haydar Paşa "Mekke Şeriflerinin", yani imparatorluk zamanında Mekke’nin başında bulunan peygamber torunlarının sonuncusuydu ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Arap isyanını başlatan Şerif Hüseyin ile kardeş torunuydu. Hüseyin, İstanbul’a başkaldırırken Ali Haydar Paşa devletine bağlı kalmış ve kuzenleri Ortadoğu tahtlarını daha sonra aralarında paylaşırlarken, o, Beyrut’ta münzevi bir hayat sürmüştü.

1892’de babasının Çamlıca’daki köşkünde doğan Şerif Muhiddin, zamanın en elit ve en entellektüel çevresinde yetişti, hukuk ve edebiyat fakültelerini bitirdi. Resim yapıyor, viyolonsel ve ud çalıyordu. Viyolonseli hocalardan öğrenmiş ama hiç ud dersi almamıştı.

Bir müddet Türkiye dışında sıkıntı içerisinde yaşadı, 1950’de hayatını Türk Müziği’nin en büyük kadın sesi olan Safiye Ayla ile birleştirdi ve dünyaya 1967’nin 13 Eylül’ünde veda etti. Çaldığı ud zamanla kendine mahsus bir ekol kabul edilecek ve sazını dünya standardlarına yükselten Şerif Muhiddin, İslam dünyasında "Rabbu’l-Ud" yani "Udun Tanrısı" diye tanınacaktı.

Hazreti Muhammed’in 37. göbekten gelen bu torununun ud icrasını merak edenler, bundan birkaç sene önce çıkan "Peygamber Torununun Müziği" isimli CD’yi dinleyebilirler.

’Efendi’deki hatalardan biri

Sırası gelmişken, yeni yayınlanan "Beyaz Müslümanlar’ın Büyük Sırrı. Efendi-2" isimli kitaptaki yanlışlardan birini, Mardinizádeler’in bir başka mensubu ile ilgili bir hatayı tashih edeyim: "Annesi Fransız bir Şeyh: Ömer Fevzi Mardin" başlığı altında anlatılan "Erzekîzáde" Ömer Fevzi Bey, (doğrusu "Azrakîzáde", yani "Mavioğulları" olacak) Jeanne de Neverley’in (bu ismin de doğrusu, "Julie de Niverlet" olacak) kızı Leylá Hanım’ın değil, önemli bir Kürt aşireti olan Bedirhánîler’den Zarife Hanım’ın oğludur. Leylá Hanım, Mehmed Arif Bey’in ikinci karısıdır, Ömer Fevzi Mardin ile bir alákası yoktur ve dolayısıyla, rahmetli Ömer Fevzi Bey’in kanında Fransızlık değil; Türklük, Araplık ve Kürtlük vardır.
Yazarın Tüm Yazıları