Müzevirlik peşinde bir toplum!

KADIN hakları savunucularını temsil eden bir grup, Selçuk Üniversitesi’nden Prof. Dr. Orhan Çeker hakkında savcılığı suç duyurusunda bulundu.

Feminist gruplar Prof. Dr. Çeker’in cezalandırılmasını istiyorlar.
Çünkü biliyorsunuz Çeker, tecavüze uğrayan kadınların da bu işten tecavüz eden kadar sorumlu olabileceğini söylemişti!
Bu haberi okuyunca, Türkiye’de neden demokrasi fikrinin tam olarak içselleştirilemediğini bir kez daha düşündüm.
Siyasi görüşü ne olursa olsun, bu ülkede herkes bir “müzevir ilkokul çocuğuna” dönüşmüş gibi.
Herkes birisinin cezalandırılmasını istiyor, herkes birisinin hapse tıkılmasından yana, herkes birisinin sahip olduğu görüşü açıklamasına tahammül edemiyor.
Prof. Dr. Çeker’in sözleri, bildiğimiz tipik erkekçi bakış açısını yansıtıyor. “Dişi köpek kuyruk sallamazsa” diye başlayan atasözüne de yansıyan bir hayat görüşü bu. Üstüne üstlük de Çeker İslam hukuku hocası. Bu özelliğiyle de söylediği sözler bazılarınca fetva gibi anlaşılıyor. Medeni bir insanın mücadele etmesi gereken bir bakış açısına sahip.
Ama bu durum, Çeker’in cezalandırılmasını, hapishanelerde süründürülmesini de gerektirmiyor.
Sonuç olarak bizler beğenmesek de bir fikir açıklamış, doğru olduğunu düşündüğü bir fikri savunuyor.
Bunu yaparken kafamıza silah da dayamıyor, bizi tehdit de etmiyor.
Bir demokraside bir insanın bir fikri açıkladığı için cezalandırılması kabul edilebilir mi?
Hayır, edilemez.
Ama bu durum bu fikirle ve o fikri açıklayan kişiyle mücadele etmemize de engel olamaz.
Prof. Dr. Çeker’i insan içine çıkamaz hale getirmek elbette kadın hakları savunucularının hakkıdır. Ama bunun yolu, o insanı fikirleri nedeniyle hapse attırmak değildir!

‘Ele geçirilenler’in düşündürdükleri

ODATV’nin sahibi Soner Yalçın ve iki gazetecinin tutuklanmalarından sonra gazetelere konuyla ilgili olarak yansıyan haberleri dikkatle takip ediyorum.
Terör örgütü üyesi olmakla suçlanan gazeteciler var, bu ciddi suçlamayı haklı kılacak deliller neler acaba merakıyla!
Bir gizli kamera kaydından söz ediliyor. Dört bakan bir lokantada yemek yerken gizlice çekilmiş. Basın ahlakı ile ilgili bir durum bu. Gizli kamera kayıtlarının elde edilmesi, yayımlanması benim onaylayabileceğim bir gazetecilik anlayışı değil. Zaten söz konusu kayıt internet sitesinde de yayımlanmamış.
Odatv’de ve yöneticilerin evlerindeki aramalarda MİT ve Genelkurmay’a ait “gizli” belgeler de ele geçmiş! Her gazetecinin çekmecesinden bu tür belgeler çıkabilir, bunun nasıl bir suç kanıtı olarak kayda alındığını anlayamadım. Mesela Taraf’tan Mehmet Baransu’da bunlardan bavullar dolusu var. Bu olsa olsa Genelkurmay ve MİT’in “güvenlik ve gizlilik” önlemlerinin gevşekliğine işaret eder. Belgeyi bulunduran gazeteciyi değil, saklamayı beceremeyeni suçlu kılar.
Polis, Radikal muhabirine bilgi verirken eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı’na da bir kitap yazdırılması konusunda girişimlerde bulunulduğunu gösteren notların da “ele geçirildiğini” aktarıyor. Bu nasıl bir suç anlayamadım. Bir yayınevinde, böyle onlarca bilgi notu bulabilirsiniz. Orası da bir yayınevi ve eski bir istihbaratçının anılarını kitap olarak basmayı birçok yayınevi isteyebilir.
Halk TV’nin satın alınmasıyla ilgili notlar da “ele geçirilmiş”. Bu notlarda şöyle ifadeler varmış: “Halk TV’yi 6 aylık çeklerle alabiliriz. Biz en azından seçim sürecinde AKP’yi bombalayıp, CHP’yi yükseltecek bir kampanya yürütürüz. Başarıya ulaşır, CHP’yi iktidara taşırsak zaten kanalın sahipliği konusunu tekrar ele alırız!”
Bu da bir suçtan daha çok megalomaniye işaret ediyor. Kimsenin seyretmediği bir televizyon kanalını alacaksınız ve bununla AKP’yi iktidardan düşüreceksiniz. Hayal güçleri geniş, bu belli ama bunu istemek bir suç mu, hiç sanmıyorum!
Ulusal Medya 2010 isimli bir belgeden de söz ediliyor. Bazı gazetecilerin isimleri var, ama belgeyi kim hazırlamış, neden hazırlamış, orası belli değil. Bir tür “andıç” anlayacağınız.
Diyelim ki listeyi hazırlayanlar Yalçın ve arkadaşları olsun. Böyle listeler yapmak bir suç mudur? Hangi kanunun, hangi maddesinde yazılı bir suç?

Bir şey açıklamayan açıklama

İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi Basın Danışmanlığı, Kadın Koordinasyon Merkezi’nin yayınladığı ajanda ile ilgili eleştirilerime bir yanıt yolladı.
Yanıt, hiçbir şeyi açıklamadığı için yayımlamıyorum.
Ben yazımda Atatürk ve Cumhuriyet devrimlerinin “kronolojide” yer almamasını eleştirmiştim. Bu bilgilerin ajanda sayfalarının dibinde 6 puntoyu zor bulan büyüklükteki harflerle saklanmasını eleştirmiştim.
Açıklama bu eleştirilerime yanıt niteliği taşımıyor.
Basın Bürosu’ndaki arkadaşlara yazımı tekrar okuyup varsa yanıtlarını o sorulara uygun olarak vermelerini öneriyorum.
Sorduğum soruya yanıt istiyorum, demagoji ve açıkgözlülük değil!
Yazarın Tüm Yazıları