Mutsuz çalışanlar ordusu

YIL 1989. Ailem karşı çıkmasına rağmen inatla İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümüne girdim.

Aslında ’aile içi tartışmam’ lise 2’de başladı.

Babam ve hocalar okulun en iyi dereceli öğrencilerinden biri olduğum için ’sayısal’ bölümü seçmemi istiyorlardı, bense ikinci sınıf muamelesi çekilen felsefe-edebiyat-sanat ve tarih ağırlıklı ’sözel’ bölümü.

Onlar tatlı sert nasihat ediyordu bense çok basit bir şey söylüyordum. ’Sayısalı seçmeyeceğim çünkü ne mühendis ne de doktor olmak istiyorum. Ben gazeteci olacağım!’

Sen misin bunu söyleyen.

Bundan tam 20 yıl önce çok istediğim bölümü kazandım ama üniversite hayatımın ’ilk şokunu’ da yaşadım.

Seçtiğim fakülte öylesine beklentilerimden uzaktı ki daha ilk hafta okulu bırakmayı düşündüm. Sonra çevreme baktım sınıfın yarısı benimle aynı ruh halinde.

Kimi bir daha okula uğramadı, kimi bir yandan derslere devam edip diğer yandan yeniden üniversite giriş sınavına hazırlandı. Ve gerçekten de birçok arkadaşım bir seneyi yakma pahasına okulu terk etti.

* * *

Peki ya ben?

’Gazeteci olmayı kafaya taktığım için’ işime yarayacak dersler dışında devamsızlık yapıp mesleğe atılmaya karar verdim.

Staj, part-time çalışma derken okul bittiğinde mesleki anlamda ne yapmak istediğimi daha iyi biliyordum.

Fakat bilgi açlığımı ve üniversiteden kaynaklanan eksikliğimi gidermek için Amerika’ya yüksek lisans yapmaya gittim.

Kafamda tek bir okul vardı Harvard, bölümden emin değildim. Biraz siyaset bilimi, biraz Ortadoğu biraz da uluslararası ekonomi çalışmak istiyordum.

Bu düşüncelerimi açıkça yazıp Harvard’a müracaat ettim.

Kabul alıp danışman hocamın karşısına geçtiğimde ’disiplinler arası çalışma’ isteğimin tahminimden de öte önemsendiğini gördüm.

İş ders seçimine geldiğinde bırakın Harvard Üniversitesi’nin farklı bölümlerinden istediğim dersi seçmeyi, şaşkınlıkla Harvard’a iki kilometre uzaklıktaki MIT’den bile ders alabileceğimi öğrendim.

Lisans eğitimine gelen öğrencilerin yarıdan fazlasının ilk iki yıl hiçbir bölüm seçmeden okuyabildiklerine şahit oldum. Meğer öğrencileri kendi seçimlerini yapmaya teşvik eden bu yaklaşım Ivy League denilen Amerika’nın en iyi sekiz üniversitesinde de uygulanıyormuş. Bu okullar biraz da bu esnek yapılarından dolayı bu kadar ilgi görüyormuş.

* * *

Anlattıklarım size çok kişisel gelebilir ama inanın değil. Türkiye’de her yıl milyonlarca öğrenci aslında ’ne seçtiğini bilmeden’ üniversite seçme sınavına giriyor.

Allah’tan Sabancı, Okan ve Işık gibi birkaç üniversite öğrencilerine girdikleri bölüm ne olursa olsun eğer gerekli başarıyı gösterebilirlerse ikinci yılın sonunda bölümlerini yeniden seçme imkánı sunuyor.

Böylece öğrenciler bir yıl kaybetmekle bir türlü sevemedikleri bir bölümde okumak arasında sıkışıp kalmıyor.

Daha doğrusu kalmıyor-du, çünkü YÖK geçen hafta akıl almaz bir kararla bu okulların yatay geçiş imkánını elinden aldı. Sabancı Üniversitesi’nin on yıldır başarıyla uyguladığı, birçok üniversitenin gıpta ederek izlediği, bizzat YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın övgüler düzdüğü seçmeli sistem, soğuk savaş döneminden kalma bir ’eşitlikçilik’ adına YÖK Genel Kurulu’nun hışmına uğradı.

* * *

Önceki gün Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı ve rektörü Tosun Terzioğlu ile konuştum.

Her ikisi de şaşkınlık içinde.

Ne kararın kendisini ne yazılış biçimini ne de zamanlamasını anlayabilmişler.

YÖK’ün kararı öylesine traji-komik ki Güler Hanım;Türkiye’de farklı ve başarılı olmak cezasız kalmıyor’ demek dışında bir açıklama bulamadı.

Tosun Hoca ise YÖK’ün bu yanlıştan bir an önce dönmesini umut ediyor, şimdilik yürütmeyi durdurma davası açmışlar.

İşsizlik büyük sorun, fakat bence ’okuduğu halde bölümünü-çalıştığı halde işini sevmeyenler’ daha büyük sorun!

Türkiye’nin ’işsizler ordusu’ kadar ’mutsuz çalışanlar ordusu’ var.

Yusuf Bey, siz ve genel kurul üyeleriniz öğrencilerini mutlu etmek için çabalayan Sabancı üniversitesiyle uğraşacağınıza lütfen ’mutsuz mezunlar’ üreten eğitim sistemiyle uğraşın.
Yazarın Tüm Yazıları