Mutfaktan bildiriyorum

Burası, kendimi hayatta en mutlu hissettiğim yer.

Ooooooooooooooooooo!

Hemen atlamayın, Hülya Avşar’a kanıp, yanlış imajlara kapılmayın.

Hayır, yatak odası değil...

Mutfak.

Ben sütlaç yapıyorum, sevgilim rozbif.

Alya
da, pilli küçük mikseriyle, bebeğine mama hazırlıyor.

Sonsuza kadar saklamak istediğim karelerden biri, bu işte.

Üçümüz mutfaktayız. Çekirdek aile. Fonda Diana Krall çalıyor. Bahçeye asılı rüzgargülünün sesi, bize kadar ulaşıyor. Düdüklü tencerenin sesi ve buharı, özel bir ortam yaratıyor. Ocağın tütmesi görüntüsü bu. Rozbifle sütlacın kokusu birbirine giriyor. Müthiş. Huzur bu. Mutluluk bu.

Alya, Ikea’dan aldığımız yedi cüceler masasında, ciddi ciddi bebeğine mama hazırlama görüntüsünden sıyrılıp, aniden kendi mamasının peşine düşüyor:

"Maccaaa, maccaaa..."

Maccaaa, makarna.

Makarna delisi, bizim kızımız.

Tercihi de penne!

***

Eliyle, mutfak dolaplarının üzerine dekor olsun diye sıraladığım cam kavanozlar içindeki makarnaları gösteriyor.

"Onlar dekor!"
diyorum.

Anlamıyor.

İkna edilmesi kolay bir kız değil, kime çekmişse.

Babası mecburen, "Gel, sana biraz makarna yapalım" diyor.

Babayı, yemek yaparken görmesi çok hoşuma gidiyor.

Alya’nın doğumundan sonra ben de yemek yapar oldum. Tamamen bencil bir duygu yüzünden. Kızım, "Annemin pilavı şahanedir!" diyebilsin diye. "Fırında bir tavuk yapar, parmaklarınızı yersiniz" diyebilsin diye. Ben nasıl annemin şnitzellerini anlata anlata bitiremiyorsam, o da benim bir yemeğimden arkadaşlarıma bahsetsin isterim doğrusu.

Mutluluk, benim için yıllar içinde pek çok şey oldu.

Önce, özgürlüktü.

Cesaretti.

Uçlarda yaşamaktı.

Sabahlara kadar zıplamak, gün ağarırken eve gitmek ya da arabada oturup sabahlara kadar Boğaz’ı izlemekti.

Arkadaşlarımla paylaştıklarım mutluluktu.

Bunların hepsi, şimdi de mutlu eder beni.

Ama o zamanlar, mutfakta yakalanabilecek mutluluklardan haberim dahi yoktu.

Niyetim de yoktu.

Şimdi, "Hayatımın sonuna kadar saklamak isteyeceğim karelerden biri bu", diyecek kadar seviyorum mutfağı ve burada birlikte paylaştıklarımızı...

***

Çok acayip. Yazı aldı başını gitti. Oysa, başlarken niyetim, kadınların hayatını kolaylaştıracak tüyolar vermekti:

1-) Mesela Dubai’de 149 dirheme satılan Kenwood ya da Panasonic markalı "slow cooker"lar var. Yavaş pişirici. Ekmek makinesinden sonra, bence en harika icatlardan biri. Türk parasıyla 47 lira. Akşamdan malzemeleri, etleri, sebzeleri koyuyorsunuz içine, takıyorsunuz prize, en yavaşa getiriyorsunuz. Ertesi sabah kalktığında, şahane bir güveç hazır oluyor. Anne yemeği gibi oluyor. Müthiş değil mi? Ben Yonca’dan öğrendim. Bana, "Gel bak sana ne göstereceğim" dedi ve gururla mutfağın baş köşesine koyduğu makineyi gösterdi. Vakti olmayan kadınlara, çalışan kadınlara, ocağın karşısında saatlerce bekleyecek sabrı olmayanlara tavsiye ederim...

2-) Ve Knorr’un çorbaları. Hazır çorbaya demeye bin şahit ister! Gerçekten anneniz pişirmiş gibi. Alya, ezogeline bayılıyor, aynı şekilde mercimeğe de. Eksik kalmayın derim.

3-) Dr Oetker’in Türk tatlıları serisi. Sütlaç, kazandibi, keşkül, tavuk göğsü. Allah ne verdiyse. Hem çabuk pişiyor, hem de çok lezzetli oluyor.

4-) Şimdi bir de, içeriden "insider" bir tüyo: Biber ya da domates salçasını buz kalıplarına koyun, küp şeklinde dondurun. Sonra onları poşetlere koyun, öyle saklayın. Gerektiğinde o şekilde kullanın. Deneyin, pişman olmayacaksınız.

5-) Ve benim son zamanlardaki en önemli keşfim: Her ailenin yalnızca kendileriyle baş başa kalabilecekleri bir günü mutlaka olmalı. Eskiden Necla, pazartesi günleri izin yapıyordu, ben Alya’yla o gün tek başıma takılıyordum. Şimdi cumartesi izin yapıyor ve biz üçümüz aile olarak tatilimizi yapıyoruz. Hayır, hayat zorlaşmıyor, tam tersine paylaşma ve bütünleşme artıyor...

Affetmek bir terapidir

Geçen hafta babam, by-pass ameliyatı oldu. Aslında çok kızgındım ona, konuşmuyorduk. Ama her şeye rağmen yanına gittim. Bugün 4. günü, 3 damarı değişmiş. Babamı o halde görmek çok üzücü. Ve... Bugün fark ettim de, insan büyüdükçe doğruları değişiyor. 8 yıldır babama kırgındım. İnsan, annesini öldüren birisini çok da kolay affedemiyor aslında. Hep şöyle diyorum: "Asla unutamam anneme yaptıklarını!" Ama şimdi... Onun da bir insan evladı olduğunu, tıpkı benim çocuğum gibi hata yaptığını, aslında değerli ve iyi biri olduğunu düşünüyorum. Bu yaşadıklarını aslında onun da hak etmediğini düşünüyorum. Ona bakıyorum, aklımdan bunlar geçiyor. Bunları babama da söyleyebilmeyi çok isterdim.. (S.T.)

- Affedin onu! Zaten ilk adımı atmışsınız, gerisini de getirin. Kucaklayın onu. O söylemediğiniz şeyler var ya, aklınızdan geçirip de ağzınızdan çıkamayanlar, işte onlar dökülsün dudaklarınızdan... Annenize ihanet ediyor olmayacaksınız, tam tersi, kuşlar gibi rahatlayacaksınız...
Yazarın Tüm Yazıları