Murat Bardakçı: Onların Hatay’da gözü, bizim onlarda toprağımız var

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Hafız Esad da gitti ve öteki taraftaki meslekdaşlarıyla buluştu. Esad şimdi büyük bir ihtimalle Kamboçyalı Pol Pot'la, devrik Şah'la, Hitler'le, Beria'yla beraber, halkları için yeni mutluluk hayalleri kurmakla meşgul.

Ne zaman bir Suriye bahsi açılsa ben terörün, baskının, suyla baraj çekişmelerinin ve Esad'ın Suriyeliler'e hayatı zehir etmekle görevli istihbarat örgütü ‘‘Muhaberat’’ının dışında bir başka konuyu daha hatırlarım: Sınırlarımızın 100 kilometre kadar ötesinde kalan, ama Türk toprağı sayılan, üzerinde Türk bayrağı dalgalanan ve hálá Türk askeri tarafından korunan 914 senelik bir mezarı, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun komutanlarından Süleyman Şah'ın mezarını.

Türkiye'nin Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında sahip olduğu tek toprak parçası burasıdır. İşte, ismine ‘‘Türk Mezarı’’ denen ve mevcudiyeti az kişi tarafından bilinen mekánın öyküsü:

Süleyman Şah, Anadolu'yu fetheden Selçuklu hükümdarı Alparslan'ın yüksek rütbeli kumandanlarındandı ve Malazgirt savaşından sonra Anadolu'nun fethini tamamlamakla görevlendirilenlerin arasındaydı.

ALPARSLAN’DAN LOZAN’A

Senelerce akınlar yaptı, Anadolu'daki Bizans ordularını batıya doğru sürdü ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun arkasından ortaya çıkan Anadolu Selçuklu Devleti'nin kurucularından oldu. Sonra eski siláh arkadaşlarıyla güç kavgasına girdi, 1086'nın 5 Haziran'ında Artuk ve Tutuş ismindeki diğer Selçuklu beyleriyle Halep yakınlarında savaşa tutuştu, yenildi ve savaş meydanında öldü. Eski siláh arkadaşları canını aldıkları Süleyman Şah için büyük bir merasim yaptılar. Cenaze namazını rakip orduların kumandanı Tutuş kıldırdı ve Süleyman Şah'ı Fırat vadisinin sol sahilinde yeralan, bugün Rakka ile Meskene şehirleri arasında kalan Caber Kalesi'nin eteklerine defnettiler.

Sonra aradan asırlar geçti ve Osmanlı tarihçileri Selçuklu kumandanı Süleyman Şah'ı birdenbire Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin dedesi yaptılar. Bir de efsane doğdu: Süleyman Şah guya Anadolu'yu fethe giderken atıyla beraber Fırat'a düşüp boğulmuş ve hemen oracıktaki Caber Kalesi'ne defnedilmişti. Selçuklu kumandanı Süleyman Şah, artık ‘‘Osmanlı hanedanının dedesi’’ydi ve İkinci Abdülhamid Caber'deki türbeyi baştan aşağı restore ettirdi.

Seneler gene geçti ve Kurtuluş Savaşı yılları geldi. Suriye, Birinci Dünya Savaşı'ndan itibaren Fransız işgalindeydi. Lozan öncesinde masaya oturan Türkiye'yle Fransa arasında Ankara'da 1921'in 20 Kasım'ında bir ön barış andlaşması imzalandı ve Fransa andlaşmanın 9. maddesiyle Caber Kalesi'ndeki ‘‘Türk Mezarı’’nın Türk toprağı olduğunu kabul etti.

ARAZİ RESMEN TÜRKLEŞTİ

Maddede ‘‘Osmanlı hanedanının kurucusu Sultan Osman'ın büyükbabası Süleyman Şah'ın Caber Kalesi'nde bulunan ve ‘‘Türk Mezarı’’ adı ile tanınan kabri, çevresiyle birlikte Türkiye'nin malı olarak kalacak ve Türkiye orada koruyucular bulundurup Türk bayrağını çekebilecektir’’ deniyordu. Türkiye'nin yeni sınırları 24 Temmuz 1923'te Lozan'da son şeklini alırken Fransız temsilci General Pelle Türk delegasyonunun başkanı İsmet Paşa'ya aynı gün resmi bir mektup gönderdi ve Ankara Andlaşması'nın hükümlerinin aynen geçerli olduğunu, Lozan'la çakışmadığını duyurdu. Bu, Caber Kalesi'ndeki Türk Mezarı'nın Türk toprağı olduğunun teyidiydi. Suriye Fransız hakimiyetinden çıkıp tam bağımsızlığını kazanmasından sonra da bu anlaşmaya aynen uydu.

BARAJ GELDİ, MEZAR TAŞINDI

Ama Süleyman Şah ölümünden 900 küsur sene sonra, 1973'te yerinden oldu. Suriye Caber Kalesi'nin bulunduğu bölgeyi sular altında bırakacak olan El-Esad Barajı'nın inşaasına başlayınca Ankara'yla Şam arasında varılan bir andlaşmayla Türk Mezarı eski mekánına benzeyen bir başka yere taşındı. Süleyman Şah için orada yeni bir türbe yapıldı ve bir müfreze asker bulundurup bayrak çekme hakkı bu yeni türbede devam etti.

Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan ama bizim olan ve çoğumuzun bilmediği ‘‘Türk Mezarı’’nın öyküsü, kısaca işte böyle.

Söz Suriye'den açılmışken uğradığım bir hayal kırıklığını yazmadan edemeyeceğim: Hafız Esad'ın -doğru adıyla Háfızu'l Esed'in- cenazesinde Türkiye'yi bence Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer değil, Yener Rakıcıoğlu temsil etmeliydi. Tanımayanlar için Yener Bey'in kim olduğunu söyleyeyim: Kendileri Hatay valisidirler ve Türk milletinin Hafız Esad’la ilgili hissiyatını ifade vasıtası olarak ondan daha uygun bir başkası yoktur.

Hafız Esad'ın gidişi bana terörün, baskının, su ve baraj çekişmelerinin yanısıra çoğumuzun pek bilmediği bir başka konuyu daha hatırlattı: Türkiye'nin Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında 1,5 dönüm kadar da olsa bir başka toprağa sahip bulunduğunu. İşte, şimdi sınırlarımızdan 100 kilometre kadar ötede, Suriye toprakları içerisinde kalan ama Türk askeri tarafından korunan ve üzerinde Türk bayrağının dalgalandığı 1,5 dönümlük arazinin, ‘‘Türk Mezarı’’nın kısa öyküsü.

İSKİ’nin internetteki boru muhabbeti

İSKİ'nin yani İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi'nin internette güzel bir sitesi var. Sitede hem İstanbul'un su tarihi anlatılıyor, hem yeni projelerle onarımlar hakkında bilgi veriliyor, hem de abonelerin gönderdiği şikáyet mesajları cevaplandırılıyor.

Bu mesajlardan biriyle İSKİ'nin cevabını hiç yorumsuz naklediyorum:

Ahmet Yeter, 1999'un 19 Ekim'inde İSKİ'ye şık ve zarif bir mail atar. Aynen ‘‘İstanbul Yedikule'de iki haftadır saat 22-10 arası içinde su olmayan bütün su boruları kıçınıza girsin’’ diye yazmaktadır.

İSKİ, Ahmet Yeter'e hemen aynı şıklıkta cevap verir: ‘‘Siz su kesintisi ile ilgili sıkıntınıza ait soru sormak yerine terbiyesizlik etseniz de biz size su kesintisi ile ilgili bilgi veriyoruz. Belki bu cevabınız ile yaptığınız terbiyesizlikten utanır, bir daha internet adresimize mail göndermek istediğinizde terbiyesizlik yapmazsınız’’ diye başlayan mesajda kesintinin 17 Ağustos depreminden sonra Ömerli Barajı'nda ortaya çıkan çatlağın tamirinden kaynaklandığı anlatılmaktadır.

Bu cevap Ahmet Yeter'i mahcup etmiş olacak ki, İSKİ'ye 21 Ekim'de bir başka mail yollar. Bu defa ‘‘Birkaç gün önce kıçınız ve borular hakkında olan mail için gerçekten özür dilerim. Boruların muhatabı siz değilsiniz. Fakat siz de normal bir akşam saati banyo yaparken sabunlu halde sularınız kesilse siz de bu kadar sinirlenirdiniz’’ demektedir.

İSKİ'nin bu yazımın çıkmasından sonra sitesini kıç ve boru muhabbetinden arındıracağı tutabilir ama merakınız varsa ve çabuk davranırsanız mesajları okuyabilirsiniz. İşte, adresi: www.iski.gov.tr/mail/mailarsiv1.htm

Sosyetemiz ceket yakmayı hiç sevmediği İran'dan öğrendi

Ütüsü gitmiş hafiften yağlı ceket irice bir tepsinin üzerine konup üzerine mavi ispirto dökülüyor. Çakılan kibritin alevlere buladığı ceketten yükselen berbat mı berbat yanık kokusu genizleri yakıyor, o sırada dört bir taraftan akordu bozuk haykırışlar geliyor, yer-gök titriyor ve ateşin etrafında bir tamtam dansıdır başlıyor.

İşte, İstanbul'un gece klüplerine ve barlarına hakim olan son moda: Garsonun ceketini yakmak.

Ceket, daha doğrusu gömlek yakmak aslında eski İran'da ‘‘şükráne’’ denilen, sıkça rastlanan ama eğlenmek değil, aksine hüzünlenmek için yapılan bir iştir. İki dost arasında kırgınlık olursa kendisini hatalı bulan yahut barışmayı isteyen taraf gömleğini çıkartıp yakar, böylelikle ‘‘Hasretinden áteşlere düştüm’’ demeye çalışır.

Şükráne, Fars edebiyatında da da geçer. Meselá klasik İran şiirinin en önemli isimlerinden olan Şirazlı Hafız, ‘‘Sineem z'ateş-i dil der gam-ı cánáne bisuht / Áteş; bud derin háne ki káşáne bisuht’’ diye başlayan gazelinde hasret yüzünden gömleğini nasıl ateşe verdiğini yana-yakıla anlatır:

‘‘Gönlüm, tövbeni bir kadeh gibi kırıverdi. Ciğerim şarapsız ve kadehsiz kaldığı için şarap gibi yanıp yıkıldı. Macerayı kısa kes ve tekrar gel! Zira gözümün bebeği gömleğini çıkartıp şükráne olarak ateşe attı, benimle barıştı. Sen de geçmişte olanları unut artık. Gönlümün nasıl yandığına bir bak! Göz yaşımda öylesine bir hararet var ki, dün gece bana mum bile bana acıdı, pervaneye döndü ve pervane gibi yandı, tutuştu’’

Bu kısa bahis, ‘‘şükráne’’yi müptezelleştirirken eğlendiklerini sanan ama aslında eski bir İran geleneğini taklid eden kundakçı zeváta ithafımdır.

Yazarın Tüm Yazıları