Murat Bardakçı: Kutsal Emanetler’e Karbon-14 testi yapılsın






Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Topkapı Sarayı'nda Hazreti Muhammed'in sandalet şeklindeki üç adet ayakkabısının yakında sergileneceğinin açıklanması üzerine, bizde bulunan çok sayıdaki ‘‘Kutsal emanetler’’i hatırladım. Sonra, Hıristiyan dünyasında asırlarca devam eden ‘‘İsa'nın kefeni’’ ve ‘Kumran Tomarları’’ tartışmaları hatırıma geldi ve teknolojiyle efsane işbirliğinin sonunda gerçeğin nasıl ortaya çıktığını düşündüm. İşte, bir başka ‘‘kutsal emanetler’’ tartışmasında modern teknoloji vasıtasıyla kesin sonuca ulaşılmasının kısa ve yorumsuz öyküsü...

Topkapı Sarayı'nda asırlardır saklanan kutsal emanetlerin arasında bulunan ve Hazreti Muhammed'e ait olduğuna inanılan üç tek ayakkabı, yakında sergilenecek.

PEYGAMBER TAŞI DEĞİL, KRAL MEKTUBU

Gazetelerde ve TV'lerde son günlerde çıkan haberlerde bunların her ne kadar sarayın deposunda ‘‘yeni keşfedildikleri’’ iddia edildi ise de, sandalet şeklindeki ayakkabıların ‘‘yeni bulunmaları’’ diye bir şey sözkonusu değildi. Teşhir edilmeyen diğer çok sayıdaki kutsal eşyanın arasındaydılar, varlıkları her zaman bilinmekteydi ancak eski derinin açıkta kalması halinde hemen okside olması ihtimali yüzünden bugüne kadar sergilenmemişlerdi. Şimdi ‘‘umumi arzu üzerine’’ kısa bir süre için de olsa sergilenmelerinin hazırlığı yapılıyor.

Açık söylemem gerekirse, ben, sarayda bulunan ve çoğu bugüne kadar sergilenmemiş olan kutsal emanetlerden bazılarının gerçeklikleri konusunda her zaman tereddüde düşmüşümdür. Zira, daha ilk bakışta bunların bir bölümünün peygamber devrinden olmadıkları anlaşılır durumdadır. Meselá, Hazreti Muhammed'in ‘‘teyemmüm taşı’’ olduğu söylenen obje, bir Asur tabletidir, Asur sarayının baş hademesi Şumiddina'nın kral Asurbanipal'a gönderildiği tablet şeklindeki bir mektuptur ve Babilonya'da atelyeleri bulunan Mariştar adındaki bir heykeltraşa verilen siparişlerden sözetmektedir.

Peygamberin mührü, mührün aslını bir kuyuya düşürdüğü bilinen Halife Hazreti Osman tarafından sonradan yaptırılmış bir objedir. Hazreti Fatma'ya ait olduğu iddia edilen seccade 16. asırdan kalmadır. Hazreti Hüseyin'in kullandığı söylenen bir başka seccade de 17. yüzyıla ait bir Bergama halısıdır. Hazreti Osman'ın öldürüldüğü sırada okuduğuna inanılan ve üzerindeki lekelerin Osman'ın kanı olduğu söylenen Kur'andaki lekeler ise ceylan derisinden sayfaların rutubet yüzünden zamanla sararmasından ibarettir ve Kur'an'ın yazı stili sonraki devirlere, Emeviler dönemine aittir. Hazreti Ayşe'nin bohçası olduğu iddia edilen muskalı kumaş ise, Kanuni Süleyman zamanından kalmadır, hatta bir kenarında yapanın imzası da vardır.

İşte, TV'lerde ve gazetelerde Hazreti Muhammed'in sarayda ‘‘yeni bulunan’’ üç adet ayakkabısıyla yani ‘‘nálin-i saadet’’leri ile ilgili haberleri okuyunca, aklıma kutsal emanetler konusu geldi.

KAFATASI,BİZANS’TAN MİRAS KALDI

Peygambere ait olduğuna inanılan ve biri sarayda diğeri Hırka-i Şerif Camii'nde bulunan iki adet hırkayı, Topkapı'daki ‘‘sancak-ı şerif’’leri, sadece sarayda ve bazı camilerde değil, çok sayıda eski ailede de bulunan ‘‘sakal-ı şerif’’leri, Kutsal Emanetler Dairesi'nde muhafaza edilen ‘‘Hazreti Musa'nın asásı’’nı, ‘‘Hazreti İbrahim'in tenceresi’’ni, Bizans'tan bize miras kalan ‘‘Hazreti Yahya'nın kafatasını ve kemiklerini’’ ve kutsal emanetlerin geçmişteki siyasi gücünü hatırladım. Sonra Hıristiyan dünyasında asırlarca devam eden ‘‘İsa'nın kefeni’’ tartışması ve ‘‘Kumran Tomarları’’ hatırıma geldi ve teknolojiyle efsane işbirliğinin gerçeği nasıl ortaya çıkarttığını düşündüm.

Yandaki ve aşağıdaki kutularda, Hıristiyan dünyasındaki ‘‘kutsal emanetler’’ tartışmasının modern teknolojiyle neticelenmesinin kısa öyküleri yeralıyor. Ben, bu tartışmalarla sonuçlarını nakletmekle, ancak Karbon-14 testinin objelerin gerçek yaşını artık sadece birkaç senelik hatayla çıkartabildiğini hatırlatmakla ve kutsal kabul edilen eşyaya gerçek saygının da böyle yapılması gerektirdiğini söylemekle yetiniyorum.

Vatikan yalanladı, karbon testi doğruladı

Torino Kefeni'ne uygulanan Karbon-14 testi, ‘‘Kumran Tomarları’’ yahut ‘‘Ölüdeniz Yazmaları’’ diye bilinen ve hem Hıristiyanlığın, hem Museviliğin eldeki en eski yazılı kaynakları olan elyazmalarına da uygulandı. Ama sonuç bu defa olumlu çıktı.

1946'da Ürdün'de, Kumran köyündeki bir mağarada bulunan bu çok sayıdaki káğıt, papirüs ve deri tomarlarda her iki dinin karanlıklar içindeki ilk dönemlerinden bahsediliyordu ve Hıristiyanlığın başlangıcı bu tomarlar sayesinde aydınlanmıştı. Ancak Hazreti İsa'nın kefenini ‘‘gerçek’’ kabul eden Vatikan,Kumral Tomarları'nı ‘‘düzmece’’ diye nitelemiş, ‘‘İsa'dan çok sonraları yazılmış olduklarını’’ iddia etmiş ve bunun üzerine başlayan din; tartışma elli sene boyunca bir türlü bitmemişti.

Tomarların küçük bir bölümü Vatikan'da, çoğu İsrail'deydi. Tartışmalardan bir neticeye varılamaması üzerine 18 ayrı sayfadan alınan birkaç miligram ağırlığındaki parçalara Arizona Üniversitesi'nin fizik laboratuvarında Karbon-14 testi uygulandı. Testi, üniversitenin iki fizik profesörü, Timothy Jull ile Douglas Dohanue yaptılar ve Ölüdeniz Yazmaları'nın bir bölümünün miláttan önce üçüncü asırdan, bir kısmının yine miláttan önce 60'lardan, geri kalanının ise Hazreti İsa'nın yaşadığı dönemden kaldığı ortaya çıktı.

Neticede, Vatikan'ın son derece önemli iki konuda yanıldığı anlaşıldı: Papaların ‘‘gerçek’’ dediği ‘‘Torino Kefeni’’ sahte, seneler boyu ‘‘sahte’’ olduğunu iddia ettikleri ‘‘Ölüdeniz Yazmaları’’ ise gerçekti.

Test için bir milimden küçük parça bile yetiyor

Bugün arkeolojiyle tarih öncesi araştırmalarının ayrılmaz parçası olan ve tarih belirleme vasıtası olarak kullanılan Karbon-14 test metodunu 1946'da Şikago Üniversitesi profesörlerinden Williard Libby ortaya koydu. Profesör Libby, bu çalışması sayesinde 1960'da Nobel kimya ödülünü kazanacaktı.

Testin temelinde, bütün canlıların hücrelerinde bulunan karbon miktarının ölçülmesi yatar. Bitkiler fotosentez yoluyla karbon dioksid alıp bununla gelişmelerini sağlarlarken, aynı işi bitkileri yiyen insanlar ve hayvanlar da yaparlar.

Karbonun en ufak parçası ‘‘Karbon-14’’ veya ‘‘Radyokarbon’’ adını alır. Radyokarbonun 5568 yıl olan ‘‘yarılanma müddeti’’, testin esasını oluşturur ve incelenecek örnekteki karbonda bulunan azalmış radyokarbonun oranı, o örneğin yaşını verir. Test için birkaç miligram veya milimetrelik parça káfidir.

Dünyada bugün 150'nin üzerinde Karbon-14 laboratuvarı bulunuyor ve test deri, kumaş, kan pıhtısı, kömür, mercan, reçine, gübre, boynuz, gibi bütün organik maddelerin yanısıra son senelerde çanak-çömlek, duvar ve kaya resimleri ile demire ve maden içeren cevherlere de uygulanabiliyor.

Hazreti İsa’nın kefeni, İsa’dan 800 yıl genç çıktı

Vatikan, asırlar boyunca Hazreti İsa’ya ait olduğuna inanılan kefene, 1988’de Karbon-14 testi uygulattı. Ama testin sonucu kefen hakkındaki bütün inançları bir anda kökünden değiştirdi: 2,5 metrelik bu keten dokuma, İsa’dan en az 800 yıl sonrasına aitti.

İtalya'nın Torino şehrindeki Vaftizci Yahya Kilisesi'nde saklanan eski bir keten örtü, Hıristiyan dünyasını asırlar boyunca meşgul etti. Tartışma, örtünün Hazreti İsa'nın çarmıhtan indirilmesinden sonra sarıldığı kefen olup olmadığıydı.

İki buçuk metrelik örtü, 11. asıra kadar Urfa'da bir kilisede muhafaza edildi ve daha sonra İstanbul'a, yani o zamanın Bizans başkentine getirildi. Haçlılar’ın şehri 1204'de yağmalaması sırasında kayboldu ve 1350'lerde Fransa'da ortaya çıktı. Bir kiliseden ötekine dolaştı, 1532'de ciddi bir yanma tehlikesi geçirdi, İtalya'ya götürüldü ve Torino'daki Vaftizci Yahya Kilisesi'ne kondu.

1898'de, kefende herkesi şaşırtan bir özellik farkedildi: Kumaş parlak ışığa tutulunca, tam ortasında insan boyunda olan ve negatif filmi andıran bir görüntü beliriyordu. Görüntüde kırbaçlanmış, başına dikenden yapılmış bir taç oturtulmuş ve çarmıha gerilmiş bir insan vardı. 1930'lardan sonra kefenin hassas kameralarla fotoğrafları çekildi ve iki özellik daha bulundu: Görüntünün el kısımlarında kurumuş kanlar bulunuyordu ve gözlerinden birinde İsa'dan sonraki tarihle 30 yıllarına ait bir para sıkıştırılmıştı.

Romalılar'ın çarmıha gerdikleri mahkumların gözlerine kendilerinden geçmemeleri ve acıyı daha fazla hissetmeleri için genellikle bir para koydukları eskiden beri bilinirdi.

Derken, Hıristiyan dünyasında bir ‘‘kefen tartışması’’ başladı: Bazıları kefenin gerçek olduğunu kabul ederken, bazıları da ortaçağ papazlarının kiliselerine şan ve şöhret kazandırmak için böyle bir kefen efsanesi uydurduklarını ileri sürdüler. Onlara göre, uyanık bazı papazlar kimsesiz bir adamı aynen Hazreti İsa gibi kırbaçlamış, başına dikenlerden yapılma bir taç geçirip çarmıha germişlerdi. Kurban çarmıhtan indirildikten sonra bir beze sarılmıştı ve Hazreti İsa'ya ait olduğu iddia edilen kefen, işte bu örtüydü!..

Tartışmalar senelerce sürdü ve Vatikan, 1988'de kefene Karbon-14 testi uygulanmasına karar verdi.

Kefenden kesilen milimetrik bir parça Teksas Üniversitesi'nin laboratuvarında incelendi ama netice, Vatikan'ı teste izin verdiğine pişman etti: Kefen 1260 ile 1390 yılları arasında imal edilmişti, yani Hazreti İsa'dan 1200 küsür yaş gençti.

Test daha sonra Arizona, Oxford ve Zürih Üniversiteleri'nde tekrarlandı, kefenden kesilen diğer milimetrik parçalara yeniden Karbon-14 uygulandı ama sonuç aynıydı; kefenin tarihi 13. asırdan geriye gitmiyordu.

Fizikçiler test sonuçlarını tartışırlarken, devreye bu defa Moskova Üniversitesi girdi: 1352'de kefenin saklandığı kilise yanmış, kefen zarar görmemiş ama yüksek hararette kalmıştı. Şiddetli ısının maddenin içindeki karbon moleküllerinin yapısını değiştirdiğinin bilinmesine rağmen, önceki testlerde bu husus gözardı edilmişti.

Rus fizikçiler, Moskova’daki bir laboratuvarda 1352'deki yangın ortamının bir eşini yaratıp ketendeki karbonun değişikliğini belirlediler. Önceki testlerin verileri bu şekilde değerlendirildi ama sadece beş asırlık bir geriye gidiş sağlanabildi: Kefenin imal tarihi 8. asrın başlarına uzandı ama kefenle Hazreti İsa'nın yaşadığı devir arasında hiçbir aláka kurulamadı.

Yazarın Tüm Yazıları