Mümtaz Soysal: Powell, Saddam ve Türkiye

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

BUSH'un başkanlığı üstlenmeye hazırlandığı şu günlerde, takım oluşturma için belirlediği adlar arasında en dikkat çekeni Colin Luther Powell oldu: Dışişleri Bakanı olarak, siyahi Jamaica göçmeni ana babanın oğlu. Westpoint'te okumadan yedek subaylıktan muvazzaflığa geçen, çalışkanlığı, disiplini ve efendiliğiyle Genelkurmay Başkanlığı'na yükselen, Körfez Savaşı'nı yöneten, adı son başkanlık seçimleri öncesinde bile adaylar arasında sayılan bir kişi.

Öyle bir kişi ki, yabancıların yanılarak ‘‘Amerikalıların tek ölçütüdür’’ dedikleri parayla da ölçseniz, anılarına 6 milyon dolar telif hakkı almış, son zamanlara kadar her konferansı için kendisine 60 bin dolar ödenmiş.

Bu kadar beğenilen bir insanın günün birinde ‘‘başkan’’ olmayı gönlünden geçirmesi çok mu tuhaf? Hele, Cumhuriyetçi Parti'nin Bush'tan sonra Powell'la siyah oyları Demokratlar'dan koparmayı tasarlayabileceğini düşünürseniz.

Böylesine geleceği olan bir Powell'ın ‘‘İlk işim Saddam'ın işini bitirmek olacak’’ demiş olabileceğine inanmak zordur. Haberde bir yanlışlık olmalı.

Amerika'da yükselmek isteyen siyahların şaşmaz kuralı, dünyanın her yanında şu ya da bu açıdan handikaplı sayılanlar için geçerli olan temel kuraldan farksızdır: Her işi, çevredeki bütün beyazlardan daha iyi yapmak.

Powell, ‘‘Beyaz dışişleri bakanları Saddam'ın işini bitirmeyi beceremedi; ben bitirirsem yıldızım daha da yükselir’’ diye düşünmüş olabilir mi?

Herhalde, asıl soru şu olmalı: ‘‘Saddam'ın işini bitirmek’’ ne demektir?

‘‘Saddam'ın işini bitireyim’’ derken Amerikan halkını artık nefret ettiği bir savaş olasılığıyla karşı karşıya getirip kendi geleceğini bitirmek mi?

Bizim için daha da önemlisi: Bu yüzden, sadık müttefik Türkiye'nin başına, şimdiye kadarkiler yetmiyormuş gibi, yeni belalar açmak mı? Hele, tam da Ankara Bağdat'la iyi komşuluk ilişkilerini yeniden geliştirmek isterken.

Yıllardır, özellikle 1994 yazından beri, Washington'a bir türlü anlatılamayan şudur: İnanılmaz çeşitlilikte komşularla çevrili bir Türkiye için önemli olan, temel çıkarlarından ödün vermeksizin bütün çevresiyle iyi geçinmek. Amerika'nın Körfez politikaları yüzünden Ankara'nın gördüğü en büyük zarar, ambargoların ekonomik sonuçlarından da öteye, Bağdat'la ilişkilerini eski zeminine bir türlü oturtamamış olmaktır. Krallık zamanından beri bilinir ki, Irak'taki rejimlerin niteliği Türkiye'yi pek ilgilendirmez; yeter ki, Lozan sonrasında kendi sınırlarındaki nüfustan ayrı düşürülen Iraklı Kürt ve Türkmen nüfus zulüm görmesin, iki ülke arasındaki ekonomik bağlar gelişsin.

Amerika, bölge politikasını yakın müttefiki Türkiye'nin çıkarlarıyla uyumlu tutmak yükümlülüğü altında olduğu gibi, Özal gideli hep ‘‘Bu yol, doğru yol değil’’ diyegelmiş olan bir bölge devletinin uyarılarına kendi çıkarları açısından da kulak vermek zorundadır.

İyi asker Powell, orada edindiği ‘‘kurmayca hep birlikte düşünce oluşturma’’ alışkanlığını sivilde de sürdürmezse, hem ona, hem Amerika'ya, hem de Türk dostluğuna yazık olmaz mı?

Yazarın Tüm Yazıları