Mümtaz Soysal: Palermo Sözleşmesi

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

KENTİN bütün caddelerinde kaldırım kenarlarına kilometreler boyunca konmuş demir parmaklıklar, sık aralıklarla dizilmiş polisler, büyük otellerin ve ana binaların önünde makineli tüfekleriyle jandarmalar, her saat gökyüzünden meydanları ve kavşakları gözetleyen helikopterler.

Katılımcıların yakalarına takılmış fotoğraflı kimlik kartlarını giriş çıkışlarda ve elektronik kapılarda kontrol eden güvenlik görevlileri.

Devlet başkanı, başbakan, bakan, diplomat, hukukçu olarak yüz elli ülkeden yaklaşık iki bin kişilik bir çağrılı topluluğu.

Yerli memurlardan başka, ülkenin çeşitli köşelerinden gelmiş on bin koruma.

Bu günler için özel olarak dikilmiş kırmızı tayyörleriyle önemli konukların yanından hiç ayrılmayan dil bilir mihmandarlar.

Son yıllara kadar dünyanın ‘‘korku ve utanç merkezi’’ sayılan, intikam çeteleriyle, Falcone ve Borsellino cinayetleriyle ün kazanan Palermo, şimdi, bilinçli bir seçimle ve tam bir şenlik havası içinde, önemli bir uluslararası olaya konukluk etmekte: ‘‘Sınırlarötesi Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’’nin ve ona ilişkin üç ‘‘Protokol’’ün imza töreni.

İlkokuldan üniversiteye eğitim kurumlarının hepsi tatil edilmiş, koca saraylarda ünlü konuşmacı ve sanatçılarla uluslararası sempozyumlar, konserler düzenlenmiş. Örneğin, açılışta konuşan bir Kofi Annan, dünyanın üçüncü büyük opera binası Teatro Massimo'da Beethoven'ın Dokuzuncu Senfonisi'ni yöneten bir Zubin Mehta.

Belli ki, Sicilya, mafyalar yuvası olma ününü silmek ve Cumhurbaşkanı Carlo Ciampi'nin deyimiyle ‘‘hastalık yerine tedavi ihraç eden ada’’ sayılmak için elinden geleni yapmakta. Zaten Birleşmiş Milletler'in Viyana'daki ‘‘Uyuşturucu Denetleme ve Suç Önleme Bürosu’’nun başında yine Palermolu bir İtalyan, Birleşmiş Milletler'in Genel Sekreter yardımcılarından Pino Arlacchi var. Onun başyardımcısı ise, deneyimli ve çalışkan Türk diplomatı Sumru Noyan.

Bir bakıma, Sözleşme'yle birlikte imzaya açılan tamamlayıcı metinlerin içerikleri incelenince, uluslararası hukuktaki bu yeni düzenlemenin Türkiye açısından taşıdığı önem kendiliğinden anlaşılıyor:

‘‘Kara. Hava ve Deniz Yoluyla Göçmen Kaçakçılığına Karşı Protokol’’;

‘‘Ateşli Silahların Yasadışı Yapımına ve Kaçakçılığına Karşı Protokol’’;

‘‘Kişi, Özellikle Kadın ve Çocuk Kaçakçılığını Önleme, Yok Etme ve Cezalandırma Protokolü’’.

Türkiye, böyle suçlara ilişkin bütün ‘‘sınırlarötesi’’liklerin geçit köprüsü sayılmıyor mu? Bu ülke, kötü şeylere ‘‘köprü’’lük etme yerine, iyi şeylerin ‘‘merkez’’i olmaya layık değil mi?

O halde, bu çeşit uluslararası hukuk çalışmalarına asıl onun öncülük etmesi gerekmez miydi? Ama anlaşılan, Türk diplomasisini inanılmaz kısırlıktaki kişisel reklam çabalarına alet etme niyeti artık bu çeşit düşüncelerden çok daha ağır basmaktadır.

Yazarın Tüm Yazıları