Mühim değiliz hiçbirimiz

Seçimden önce konuştuk durduk, didiştik durduk, laf alıp laf verdik.

Eski statüko / yeni statüko geyiği yaptık.
Askeri vesayet üzerine laf üstüne laf çevirdik.
“Tutuklamalar cezaya dönüştü” cümlesini ezber ettik.
“Basılmamış kitap” dedik.
“Gazeteciler içeride” dedik.
Tahammülsüzlük diye yakındık.

SONUÇTA NE OLDU

O cümlelerin, o vurguların, o geyiklerin, o muhabbetlerin...
Büyük seçmen kitleleri üzerinde...
‘Olumlu’ ya da ‘olumsuz’ bir etkisi olmadı.
Neyse...
O kadar da acımasız olmayalım da, “Bir etkisi olmadı” yerine “Pek etkisi olmadı” diyelim.

NEREDEN Mİ ÇIKARIYORUM

İşte bakıyoruz uzmanlara.
Ne diyorlar AK Parti’nin yüzde 50’sini açıklarken?
“Tayyip Erdoğan’ın kitlelerle kurduğu büyülü bağ” diyorlar.
“Hizmet... Hizmet... Hizmet...” diyorlar.
“Yerel yönetimlerdeki başarı” diyorlar.
“Türkiye’nin dünyadaki yeni yeri ve önemi” diyorlar.
“Milliyetçi söylem” diyorlar.

KISACASI...

Mesele seçim sonuçları ise...
Mesele kitleleri etkilemek ise...
Mesele algıları yönetmek ise...
O kadar da mühim değiliz hiçbirimiz.

Hangisini seçersiniz

Geçen gün Twitter’daki yoldaşlara sordum:
Üç seçeneğiniz var:
BİR: İtalyanca kursu...
İKİ: Yemek kursu...
ÜÇ: Dans kursu...
“Hangisini seçersiniz?” diye...
Sonuçları açıklıyorum:
Dans kursu: Yüzde 49.9
Yemek kursu: Yüzde 25.9
İtalyanca kursu: Yüzde 12.9
Bu arada...
“Yemek yapmayı bilen bir İtalyan ile dansa giderim” diyen uyanıklar da çıktı, onların oranı yüzde 6.5...
Ancak ‘diğerleri’ kapsamında değerlendirebileceğimiz bir azınlık da seçenekler arasında yer almamasına karşın “Kuran kursu” dedi.

Film gibi

Başbakan Tayyip Erdoğan, beyaz sayfa adına bazı yazar ve siyasetçilere açtığı davayı geri çekmiş.
Ancak dört ismi bundan müstesna tutmuş:
Müjdat Gezen, Yalçın Küçük, Ergun Poyraz ve Oktay Ekşi...
Olaya sinemasal bir anlatımla yaklaşmayı denersek...
Sanırım ‘Affedilmeyenler’ güzel bir isim olur.

Stüdyoda öfke

Türk televizyon tarihinde yer alan şu üç görüntü milli hafızamıza nakşolmuştur:
BİR: Medyum Memiş’in öfkeden dilini ısırarak Medyum Keto denilen şahsa elinin tersiyle indirdiği yumruk./images/100/0x0/55ea3de1f018fbb8f873785c
İKİ: Sevda Demirel’in Hande Ataizi’ye “Ne dedin sen” çat! “Ne dedin sen” çat! sedaları arasında indirdiği tokat.
ÜÇ: Yıllar önce Doğu Perinçek ile Ertuğrul Kürkçü arasında geçen ‘puşt kavgası’ ve Kürkçü’nün Perinçek’e “Görürsün Dev-Genç nasıl inermiş beynine” demesi.
Bu üç görüntünün arasına neredeyse bir yenisi ekleniyordu.
Hem de benim yönettiğim programda.
¡
Olay şu:
CNN Türk’te ‘Tarafsız Bölge’de “Ne olacak bu CHP’nin hali” diye tartışıyorduk.
Ekranlarda soğukkanlılığı duruşuyla bilinen SONAR’ın başındaki isim Hakan Bayrakçı, gazeteci Barış Yarkadaş’ın bir ithamına çok sinirlendi.
Sinirlendi ne kelime! Resmen delirdi.
Önce sert sözlerle çıkıştı.
Ardından da Barış’a vurmak üzere ayağa kalktı.
O anda bende oluşan duygu, bir moderatörün penaltı anındaki endişesinden başka bir şey değildi.
Önce “Kısa bir reklam arası” diyerek rezaleti kamuoyu önünden çektim.
Ardından da Hakan Bayrakçı’nın koluna girerek olay mahallinden uzaklaştırdım.
Neyse ki Barış Yarkadaş olgun davranarak meseleyi büyütmedi, Hakan Bayrakçı’nın öfkesi yatıştı da...
Reklam arasında da korkulan olmadı.
¡
Bazı muzır arkadaşlar, “Ne diye reklama girdin, bıraksaydın da biraz aksiyon görseydik” diye takılırken bazıları da kemali ciddiyetle “Reytingi kaçırdın” demesinler mi?
Size bir şey söyleyeyim mi?
Şiddete, kavgaya, bağırış çağırışa dayalı reyting, kısa bir süreliğine parsanın toplanmasına yol açıyor ama çok da uzun olmayan vadede programı da, programcıyı da, televizyon kanalını da yerin dibine batırıyor.
Kısacası...
Potansiyel konuklara sesleniyorum:
Lütfen öfkenizi kontrol etmek için temrinler yapın.

Gazeteciler için seçim yenilgisinden kaçma yolları

BİR: Derhal kendinizi Suriye sınırına atıp orada yaşanan dramları yazmaya başlayın. Böylece ‘AK Parti’nin büyük başarısının nedenleri’ üzerine hüküm bina etmek zorunda kalmazsınız. (Bkz: Ece Temelkuran.)
İKİ: “Sırrı Süreyya’yı çok severim, Ertuğrul Kürkçü 40 yıllık dostumdur” falan diyerek BDP’nin bağımsızlarının başarısına yancı çıkın... Böylece yüzde 25.9’un yol açtığı moral bozukluğundan kurtulursunuz.
ÜÇ: Hiç vakit kaybetmeden “Ben aslında AK Parti’nin yüzde 50 alacağını biliyordum” diyerek konuyu ne kadar da öngörülü olduğunuz noktasına getirin. Yenilgi hissini biraz olsun kendinizden uzaklaştırmış olursunuz.
DÖRT: Kullandığınız ya da kullanmadığınız bütün yıllık izinlerinizi alıp ortalık yatışıp sakinleşinceye kadar kendinizi Bodrum köylerinden birinde ıssız bir motel odasına atın.
BEŞ: Konu değiştirin: Mesela ilişki yazılarına başlayın, magazine kayın, “Alaçatı yollarına düştüm” diye başlayan destanlar attırın... Berlin hatıraları, lokantalar, kır gezmeleri, konserler falan... Ankara’dan uzak durun ama!
ALTI: Hiç mızıkçılık yapmadan, herhangi bir mazeret aramadan tıpkı Levent Kırca gibi “Morardık” ya da Çetin Doğan Paşa gibi “Türk halkının şaplağını ensemize yedik” türü bir açıklamayla işin içinden sıyrılın.

Anlayamadığım şeyler

Bir sosyal demokrat, nasıl olur da “Aman baraj altında kalmasın” diye aşırı milliyetçi bir partiye oy verebilir?
Angelina Jolie’nin Hatay’a gelişi neden bu denli abartılır?
Gazetelerin tiraj, kitapların okunma ve televizyon programların reyting oranlarıyla oy verenlerin oranları arasında neden ters ilişki vardır?
Seçimde yenilen siyasetçi, neden çıkıp açıkça “Yenildik kardeşim” demez, diyemez?
Yazarın Tüm Yazıları