Muhafazakar vesayet (mi)?

Haberin Devamı

 

 

KÜRT meselesinde gelinen nokta, bilardocuların imkansız sayıyı ifade etmek için kullandıkları “karot” bir pozisyona dönüştü.
Hükümet, bir başka türlüsü olamadığı için, ister istemez sert güvenlikçi politikalara yöneldi.
Evvela bir hakkı teslim edelim. Siz, kendini Türk hisseden nüfusun yüzde 80 olduğu bir ülkede, seçim kaybetmek, dayak yemek, siyaseten silinmek pahasına bir çözüm oluşturma iradesi ile Oslo süreçlerini, Habur’u göze almışsanız çok özel bir takdiri hak ediyorsunuz demektir.
Ancak bu fedakarlıklar bir biçimde karşılık görmedi.
Bölgeye dair konjoktürel nedenlerle (ya da yeni tarihi oluşumlar sebebiyle), PKK uzlaşmak istemedi. Belki de uzlaşmak kendi varlıklarının tasfiyesi anlamına geleceği için “barış süreci” bombalandı.
Hal böyle olunca, döndük dolaştık, eskiden uygulanmış ve fakat sonuç alınamamış politikalardan medet umar hale geldik.
Bu durum, ulusalcı ideolojinin 90 yıllık savunucusu olan asker ile hükümeti bu konuda aynı çizgiye getirdi.
“Eski tas, eski hamam” diye ifade edebileceğimiz bu görüntü, ülkenin diğer temel problemlerine de, çözüm metodu olarak benimsenirse, AK Parti’nin yeni Türkiye iddiası giderek akamete uğrar.
Zihinlerimize takılan soru şudur:
AK Parti, Tayyip Erdoğan; ilk 7-8 yıllık söylem ve eylemlerinden bir “savrulma”mı yaşamaktadır?
Herkes, Türkiye’nin demokratikleşmesinin kolay olamayacağını biliyordu.
Bu ülke vesayetçi bir yapıyla kurgulanmıştı. Çağa uyumlu özgürlükçü bir yapı ortak özlemimizdi. 21. yüzyıl Türkiye insanı bunu hak ediyordu.
Bu ülkenin kendini mağdur hissedenleri belliydi. Bunların en başında muhafazakarlar, Kürtler ve Aleviler geliyordu.
Kuyudan tek tek çıkılacaktı. Bir “mağdurlar dayanışması” ile ilk önce muhafazakar ön alacak, eline geçirdiği güçle Kürtlerin, Alevilerin ve diğerlerinin taleplerini karşılayan “sarmalayıcı çerçeve” ulusal bütünlük içinde yeniden düzenlenecekti.
Yaşanan gelişmeler giderek bu idealden uzaklaşıldığı izlenimini veriyor.
Sanki askeri vesayet yerine muhafazakar vesayet gelmiş kanaati pek çoğumuzda pekişiyor.
Bakınız, bundan on yıl önce orgenerallerin darbe iddiasıyla tutuklanma ihtimali özerk Kürdistan seçeneğinden çok daha absürd karşılanırdı. Birincisi oldu, üstüne üstlük halkın önemli bir kısmının desteğini de temin etti. Öteki niye olmadı? Bu konuda “sair sebepler” yanında da AK Parti’nin “demokratikleşme” heyecanının azalmasının rolü yok mudur?
Mutlak iktidarın tarihte en bilinen klişesi “benim doğrum hepinizin doğrusudur” ilkesidir.
Yaptıklarınıza samimiyetle inanmanız neticeyi değiştirmez. Bu anlayış eskinin mağdurlarının kuyun dibinde kalmaya devam etmeleri sonucunu doğurur.
Dememiz odur ki, AK Parti, her şeye rağmen, her konuda demokratik çözümcü karakterini kaybetmemelidir.
Kürt meselesi belki şu an için bir ölçü değildir, devlet yönetme sorumluluğu başka seçeneklere mecburen kapalı kalmaktadır. Ama gerek bu meselede, gerekse ülkenin diğer temel problemlerinde iktidardan beklediğimiz tarihin ona yüklediği misyonu asla unutmamaları gereğidir. AK Parti kongresinde bu durumun ipuçlarını göreceğimizi umuyoruz.

Yazarın Tüm Yazıları