Muhafazakâr demokratlık ve çocuk evlilikleri

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın karşı cinsten üniversite öğrencilerinin aynı evde kalmalarını bir ahlak sorunu olarak takdim ederek, muhafazakâr demokrat dünya görüşü çerçevesinde bu soruna “müdahil olacağını” açıklaması canlı bir tartışmayı da beraberinde getirdi.

Haberin Devamı


Erdoğan, müdahil olmasının gerekçesini “Anne babaların, herkesin çocukları bize emanettir” sözleriyle açıklıyor.
Üniversiteye başlamış yetişkinleri bir tarafa bırakıp, bugün asıl emanete, yani yasal çerçeve içinde çocuk sayılan 18 yaş altındaki çocukların durumuna bakalım, özellikle de çocuk evliliklerine...
* * *
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in açıklamaları hariç tutulursa, hükümetin tepesinde çocuk evlilikleri meselesinin önemli bir hedef olarak telaffuz edildiğine rastlamak mümkün değil.
Önce sorunun boyutlarına bakalım. Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü’nden Prof. Hilal Özcebe ve Dr. Burcu Küçük Biçer’in hazırladıkları bir derleme, bu konuda yapılmış pek çok araştırmaya atıf yapıyor. Özcebe ve Biçer, bu araştırmalara dayanarak “Türkiye’de çocuk gelin oranının yüzde 30 ile yüzde 35 arasında seyrettiği” sonucuna varıyor.
Araştırmacılar, özellikle bölgelere göre beliren büyük farklıklara da dikkat çekiyor. İki farklı yerel çalışmada 18 yaş öncesi evlilik sıklığı, Diyarbakır ilinde yüzde 59.7 ve 42.5 olarak saptanmış. Bu oran Mardin’de yapılan bir araştırmada ise yüzde 56.1 olarak çıkıyor.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun Türkiye’deki çocuk evlilikleri konusunda hazırladığı bir rapora göre, 2008 yılında yapılmış evliliklerde 18 yaş altı evlilikler, toplamın yüzde 28.2’sidir. 18 yaşında evlenenlerin oranı ise toplamda yüzde 11.5’tir.
Ancak bu araştırmaların tabloyu tam olarak yansıtmadığı biliniyor. Çocuk evlilikleri yalnızca ergenlik dönemiyle sınırlı kalmayıp 12-13 yaşlarına kadar inebiliyor ve resmi kayıtlara yansımıyor.
* * *
Çocuk evliliklerinin mahzurlarını kuşkusuz bir köşe yazısı sınırları içinde değerlendirebilmek mümkün değil. Küçük yaşta evlendirilen çocukların sağlık sorunlarından psikolojik sorunlara kadar maruz kaldıkları büyük tahribatı, ayrıca ortaya çıkan toplumsal dramın boyutları, aslında kamuoyunun çok yabancısı olduğu bir konu değil.
Özellikle küçük kız çocuklarının yaptıkları doğumlar galiba bu dramın en üzücü bölümünü oluşturuyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün Türkiye’de işbirliği merkezi olarak çalıştığı Ankara’daki Uluslararası Çocuk Merkezi’nden Dr. Arzu Köseli’nin bir sunumuna göre, çocuk annelerin yaptıkları doğumlarda birinci aydaki çocuk ölümleri, 20 yaşındaki annelerin bebeklerine kıyasla yüzde 50 daha fazladır. Aynı sunuma göre, çocuk annelerin doğurduğu bebeklerin yüzde 60’ı bir yaşından önce ölmektedir.
* * *
Çocuk evliliklerinde, Türkiye’nin sorunlarından biri de mevzuat alanında karşımıza çıkıyor. Mevzuat dediğimizde öncelikle Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler’in 1989 tarihli Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’ndeki tanımdan yola çıkmamız gerekiyor.
Sözleşme’nin birinci maddesi “18 yaş altı olan her birey çocuktur” diyor. İkinci madde “Hiçbir şekilde ayrımcılık yapılmayacağını”, üçüncü madde ise “Çocukları ilgilendiren tüm faaliyetlerde çocukların yüksek yararının temel düşünce olacağını” belirtiyor.
Oysa yürürlükteki yasaların çoğu sözleşmenin bu hükümlerine uymuyor. Örneğin, 5395 sayılı 2005 tarihli Çocuk Koruma Kanunu’nda da çocuk bu sözleşmeye uygun bir şekilde “18’ini doldurmamış bireyler” olarak tanımlanıyor. Gelgelelim, 4721 sayılı 2001 tarihli Medeni Kanun’da “17 yaşını doldurmuş olmak” evlenme ehliyeti için yeterli kabul ediliyor. Ayrıca mahkeme kararıyla evlenme yaşı 16’ya kadar inebiliyor.
Asıl vahim durum 2004 tarihli 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda karşımıza çıkıyor. Çünkü bu yasada çocuklara dönük cinsel istismar suçu tanımlanırken yaş sınırı 15’e indiriliyor. Her halükârda, bütün bu yasaların çocukların durumu söz konusu olduğunda 18 yaşı esas alan uluslararası norma uyarlanması suretiyle söz konusu çelişkilerin giderilmesi önemli bir gereklilik olarak beliriyor.
Ama daha önemlisi, çocuk evliliklerini artık bir insan hakları ihlali olarak gören, ülke çapında uzun soluklu, topyekûn bir seferberlik başlatılması gerekiyor. Muhafazakâr demokrat anlayışın bu konuda sesini kuvvetli bir şekilde yükseltmesi zamanı gelmedi mi?

Yazarın Tüm Yazıları