Model ve ihraç

CUMARTESİ günkü yazısında ‘İslam alemine model olabilir miyiz’ sorusunu soran ve bu denklemi Suudi cenabetlerin Ecyad Kalesi'ni yıkması barbarlığıyla birleştiren Cengiz Çandar, özet itibariyle şu sonuca varıyordu.

Böyle bir model ancak kendi Muhammedi kimliğiyle barışık ve o kimliği dış politikada da araca dönüştürmüş bir Türkiye tarafından şekillendirilebilir.

Aklın yolu bir, tabii ki ve tamamen katılıyorum !

* * *

DOĞRU, hiç şüphesiz ki ‘model’ perspektif çizmek öyle kolay iş değildir...

Hele hele, ‘İslam alemi’nin ‘Arap dünyası’yla özdeşleştiği ve ‘ne Şam’ın şekeri, ne Arabın yalellisi' saçmalığını dil pelesengi yapmış biz Türklerle; belki beş asır hükmedilmiş olmanın kuyruk acısıyla, İmparatorluğumuzdaki hakim etnisiteyi ‘zındık’ ve ‘yıkıcı’ addeden Sami kavmin yıldızlarının barışmadığı göz önüne alırsa, bizim ‘model’i ‘ihraç etmenin’ zorluğu daha iyi anlaşılır.

Olsun, zardır zordur ama yine de mümkündür !

* * *

MÜMKÜNDÜR zira bir, tüm zaaflara rağmen Türkiye, biraz Endonezya - Malezya hariç o ‘İslam alemi’ndeki tek ‘numunelik’ laik ve demokratik devlettir.

Ötesi, laikliği de aşan bir sekülarizasyon diğer hiçbir Muhammedi ülkeyle kıyaslanmayacak oranda hem kamusal sahada, hem de kitlesel bazda kökleşmiştir.

Ve mümkündür iki, ezelden beri moderniteyle en fazla içli dışlı Müslüman toplum olmuş olan Türkiye işte bu hayati özelliği sayesindedir ki siyasi, iktisadi ve askeri bölgesel güç kimliğini pekiştirmiştir.

Ankara, bir ayağı Batı'da bulunan yegane ve yegane İslam başkentidir.

Dolayısıyla, aslında dün de ‘model’ potansiyelle donanmış olan ülkemiz, 11 Eylül konjonktürünün rüzgarı şimdi yelkenimizi pupadan şişirdiği için, bugün bu potansiyeli fayrap kullanmak şansına her zamankinden daha fazla sahiptir.

Fakat bunun tek bir şartı vardır ve o da, Çandar'ın dediği gibi, Müslüman kimlikle barışık biçimde, o kimliği dış politika faktörü olarak kullanmaktır.

* * *

ZATEN bizden de istenen bu ! Ecevit'in Washington ziyareti bitsin ve perde aralansın hep beraber göreceğiz, genel olarak Batı'nın, özel olarak da ABD'nin bugün Türkiye'den beklediği şey, Muhammedi aidiyetimizi kullanmamızdır.

Kullanmamız ve ‘İslam alemi’ne ‘model’imizi az biraz şırıngalamamız...

Sakın bana ‘eskiden Suudilerdi, şimdi ayılıp bizi istiyorlar. Emperyalizme dikkat’ falan demeyin. Geçmişe mazi geleceğe gazi, n'apalım, öyleyse öyle !

Madem bizim ‘model’ hem ülke çıkarlarımız, hem de ‘İslam alemi’ne az biraz modernite bulaşması açısından Vahabi vahşetle asla kıyaslanamayacak ölçüde mükemmeldir; üstelik, eh biraz da ‘nasipleneceğiz’, kolları sıvamamız gerekir.

Ancak, ciddi bir handikapımız var ! O da şu:

Laik ‘model’imiz önemli başarılar elde etmiş olsa dahi, hala törpülenmeyen bir dizi sivrilik maliyet fiyatını arttırıyor. İhracat pazarında zorlanıyoruz.

Başka bir deyişle, sekülarizmin ötesine taşan ve dine kamu müdahalesiyle ortaya çıkan bizim ‘model’, bunun tam aksine, mekan ve zamanda kamuyu ve dini özdeşleştiren geniş bir ‘İslam alemi’nde cazibe erozyonuna uğruyor.

Üstelik bizdeki paranoyak ‘laikçilik’, bırakın Müslüman aidiyetimizi bir dış politika faktörü olarak kullanmak becerisi göstermeyi, sivil İslamımızın yüzakı olduğu kadar hayati bir ‘emperyal misyon’u da yerine getiren Fethullah Gülen Hocaefendi cemaatinin yurtdışı okullarını dahi ‘tehlike’ (!) addediyor.

Dolayısıyla da, özünde potansiyeline sahip olduğumuz bir ‘model’, özden ziyade artık biçim addedilebilecek zihni engellerden dolayı girdi getiremiyor.

Cumartesi, Bülent Ecevit'in ABD gezisinden yola çıkarak hafta başından beri Amerika, Avrupa ve ‘İslam alemi’ ana başlıklarıyla deştiğim dış politika sorun, alternatif ve tercihlerini sentez bir bütünde toplamaya çalışacağım.
Yazarın Tüm Yazıları