Merkel’den Türkiye’ye ‘Vazgeçtik’ mesajı

Merkel önceki gün seçim programının basın toplantısını yapıyordu.

Haberin Devamı

Anlattı... Anlattı... Sıra Avrupa Birliği politikasına geldi. Soru faslı açılınca, Hürriyet’in Avrupa Haber Koordinatörü Celal Özcan o kritik soruyu sordu:
“Programınızı okuduk. İmtiyazlı ortaklık önerisini göremedik. Anlaşılıyor ki Türkiye’ye öngördüğünüz imtiyazlı ortaklıktan da vazgeçmişsiniz. Bu konuda ne diyorsunuz?”
Merkel
’in cevabı özetle şöyle:
“Türkiye sürekli reddetti. Siz bir teklif getiriyorsunuz, ama karşı taraf sürekli reddediyorsa o teklifin bir değeri kalmaz.”
Şimdi bu cevabın biraz derinlerine inelim.
- Gezi olaylarıyla neredeyse krize girmiş bir AB-Türkiye ilişkisi...
- Merkel’le “balıkçı” kavgası...
- Karşılıklı suçlamalar ve restler...
- Almanya seçimin eşiğinde... Türkiye seçim sathında...
- 3 ay içinde Almanya’nın yeni başbakanı belirlenecek.
- Genel kanı Merkel’in tekrar kazanacağı şeklinde. Ama öyle kolay değil. Rakiplerle arasında pek fazla fark yok.
İşte böyle bir ortamda Merkel, “İmtiyazlı ortaklıktan da vazgeçtik” anlamına gelecek bir mesaj veriyor.
Şimdi Türkiye’den öfkeli bir bakışla şöyle diyebilirsiniz:
“Vazgeçerse geçsin. Kimin umurunda. Biz zaten imtiyazlı ortaklığı istemiyorduk ki.”
Ama burada önemli olan, imtiyazlı ortaklık önerisini geri çekmekten çok, “vazgeçme psikolojisi ve atmosferi”dir.
Dikkat edin:
Diplomatik bir müzakereyle değil, krizle gelen bir vazgeçmedir bu...
Yani uluslararası bir toplantıda ortaya çıkan bir “vazgeçme” değil...
İçinde biraz “hayal kırıklığı”, biraz “güvensizlik” ve “kırgınlık” var.
Benzeri bir duygunun Erdoğan’da da olduğunu sanıyorum. En azından yakınlarından edindiğim izlenim bu...
Ankara, medya desteğiyle birlikte AB’nin orantısız saldırdığını düşünüyor.

HANGİ MERKEL

MERKEL’le kısa bir süre de olsa sohbet imkânım olmuştu.
Öyle kolay kolay kızacak, öfkesine kapılacak bir kişi değil. Tam tersine, “ölçüp biçen” bir siyasetçi...
Terziyle kuyumcu arasında bir tarzı var...
Titiz...
Bu nedenle Erdoğan’ın “Benim içişlerime karışmayın” tepkisindeki “kaygı”ları bir şekilde anlayabilir.
Ama belli ki, seçimlere az bir süre kala kendisine yapılan “şahsi” saldırıları anlamakta güçlük çekiyor.
Özetle:
Eğer Türkiye AB üyeliğinde ısrarlı olacaksa... (Ki bunun aksini düşünmek bile istemem)
Duygusallıklar ve yerel politikalardan uzaklaşarak uzun vadeli bir diplomatik restorasyon süreci için harekete geçmelidir.
Ve elbette haklar ve özgürlükler konusunda hiçbir AB faslına gerek duymadan bazı yasaları çıkarabilir. Bu ciddi bir atak olur.
Bunu Almanya seçimleri öncesinde başlatması önemlidir.
Yoksa...
“Seçimi bekleyelim. Bakalım kim kazanacak... Ona göre hareket ederiz” bakışı yeterli olmaz.
Üstelik bu bakış, Almanya’da kim kazanırsa kazansın, Türkiye’nin AB üyeliği için bir kazanç yaratmaz.
Buna karşılık Almanya’nın da Türkiye’ye karşı, medya üzerinden, ‘Ben buraların patronuyum” algısını tetiklemek ve eleştirilerinde “buyurgan” bir hissiyat yaratmak yerine, eleştirilerini “AB müzakerelerine taşıması” hasar giderici olabilir.
Ve en tedavi edici olanı ise Almanya’nın Türkiye’yi güncel siyasetin ötesinde bir müttefik olarak algıladığını hatırlatmasıdır.
Evet...
En iyisi bir an önce diplomatların işe koyulması gibi gözüküyor...
Hem de Almanya’daki seçimler bitmeden...
Yoksa zaten bir büyük “eko-fırtına” dünyaya doğru yaklaşırken...
Birisi dev bir ekonomi, diğeri yükselen bir ekonominin birbirinden kopması, eko-fırtınaya karşı iyi bir tahkimat olmaz.

Yazarın Tüm Yazıları