Mehmet Keçeciler güzergahı

ANADOLU'dan gelen izlenimler, Tayyip Erdoğan hareketinin ivme kazandığını gösteriyor.

Şimdi çoğu insanın kafasında şöyle bir soru var:

‘‘Acaba Tayyip, ikinci bir Erbakan mı olacak, yoksa daha ılımlı bir siyasetçi mi?’’

MALUM SORU

Tabii bu sorunun arkasında, son 15 yılımıza damgasını vuran bir korku var:

‘‘Acaba takıyye mi yapıyor?’’

Ben bu soruyu soranlardan değilim.

Çünkü kendi siyasi düşüncem zaman içinde nasıl değiştiyse, başkalarının da değişebileceği inancını taşıyorum.

1960'lı, 1970'li yıllarda demokrasi dışı sol hareketlere karışmış birçok insan, bugün gerek siyasette, gerek iş, sanat ve medya dünyasında önemli yerlerde bulunuyorlar.

Bugün onlara artık ‘‘Takıyye mi yapıyorsunuz’’ diye bir soru sormuyoruz.

Peki solcular değişebilir de, dinci sağcılar değişemez mi?

Bu soru sorulunca aklıma hep ‘‘Mehmet Keçeciler güzergáhı’’ geliyor.

Keçeciler 1980 öncesinde Konya Belediye Başkanı idi.

Konya'da düzenlediği mitinge ait görüntüler, 12 Eylül'ün gerekçelerinden biriydi.

İstiklal Marşı okunurken ayağa kalkmayan, eli tespihli, sakallı insanlar hálá gözümün önünde.

Keçeciler daha sonra Turgut Özal'ın ANAP'ından siyasete girdi.

‘‘Kutsal ittifakçı’’ diye çok eleştirildi.

Ama bakın ne oldu?

Keçeciler yıllarca bakanlık yaptı.

Ne ‘‘dinci kadrolaşmaya’’, ne de başka yollara tevessül etti.

Hep başarılı bakanlıklar yaptı.

Devletle, rejimle bir sorunu olmadı.

Bugün eşi hálá başörtülü.

Ama kızları başörtüsü takmıyor.

Ne eşine başörtüsünü çıkarması için, ne de kızına takması için bir baskı yaptı.

YENİ KONTRAT

Ancak siyaset bir toplumsal kontrattır.

Bunun hep iki tarafı vardır.

Takıyye kuşkusunu duyanlar, bu hakkı verirken, Tayyip Erdoğan da bu toplumu ‘‘Erbakanvari’’ talepler ve şovlarla yormayacağı konusunda hepimize güvence vermelidir.

Yakın tarihimiz bize şunu gösterdi.

‘‘Anayasal düzene’’, bazı kurumlara ‘‘husumet’’ duygusuyla dolu kişi ve partiler bir şekilde iktidara gelebiliyor.

Ama bu husumet duygusuyla orada kalamıyor.

ERBAKAN VEYA ÖZAL

Bundan o kişi ve partiler de, ülke de zarar görüyor.

Mevcut Anayasal laik düzen, kendini çok kuvvetli şekilde savunuyor.

Erbakan'ın yaptığı gibi, Anayasal kurumlarla, Silahlı Kuvvetler'le, medya ile hep kavga etmek, hırçınlıklar yapmak yıpratıcı oluyor.

Çevredeki bazı insanların şahsi kavgalarını partiye bulaştırmak, radikal sembollere takılıp kalmak, bu semboller uğruna sistemi zorlamak, siyaseti de siyasetçiyi de zor durumda bırakıyor.

Bu nedenle önümüzdeki dönemde Türk siyasetinin iklimini ve ruh sağlığını büyük ölçüde Tayyip Erdoğan'ın tavrının belirleyeceğine inanıyorum.

Ya Erbakan gibi sistemle her an kavgalı, hırçın, saldırgan bir politika izleyecek...

Veya geçmişteki yanlışları iyi değerlendirip, Türkiye'nin ihtiyacı olan sükûneti ve sorumluluğu seçecek.

Yani ya Erbakan yoluna girecek, ya da Özal kulvarında koşacak.

Bu tavır aynı zamanda, son yıllarda Türkiye'de tehlikeli biçimde kışkırtılan ‘‘Anadolu’’, ‘‘büyük şehirler’’ bölünmesini de ya körükleyecek ya da önleyecek.

Bana gelince...

Geçen yıl Tayyip Erdoğan'la iki üç defa yüz yüze görüştük.

Orada konuştuklarımız umut vericiydi.

Onun önünde de ciddi bir ‘‘Mehmet Keçeciler güzergáhının’’ açıldığı duygusuna kapılmıştım.

Hálá da böyle düşünüyorum.

Ama bir şeyi de itiraf edeyim.

Bu hareketin elindeki belediyelere ait tesislerde içki yasağı kaldırılmadıkça, kafamdaki o soru işareti de tam anlamıyla kalkamıyor.

HIDİV SENDROMU

Yani iş dönüp dolaşıp, o malum ‘‘Hıdiv Kasrı sendromuna’’ dayanıyor.

Çünkü bir tarafta ‘‘yapacağım’’ dedikleri, öteki tarafta ise ‘‘yaptıkları’’ var.

Tabii ki yapılanlar, yapılacaklardan daha fazla fikir veriyor.
Yazarın Tüm Yazıları