Matematiğimiz kuvvetlidir abiler

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Cevat Şakir'i Bodrum sürgününe götüren yolun beni en etkileyen tarafı, denize yaklaşırken hissedilen şeylerdir.

Halikarnas Balıkçısı, denizi görmeden onu hissettiğini, kokusunu aldığını söylerdi.

Önceki hafta Milas'tan Gökova Körfezi'nin dibine doğru giderken aynı duyguları taşıyordum.

Gökova'ya dimdik inen Kırandağları, dünyanın en güzel denizinden önce size bir başka sürpriz hazırlar.

Dik dağların arasından kıvrıla kıvrıla gözden uzaklaşan derin kanyonlar, size Türkiye'de yaşamanın keyfini bütün cömertliğiyle sunar.

Ve o eşsiz Kırandağları'nın tepesine ulaştığınız zaman artık Gökova Körfezi'nin dibi gözünüzün önündedir.

Gözünüz alışıncaya kadar küçük bir iç savaş geçirirsiniz.

Hangi akla hizmet edilerek veya hangi menfaate kucak açarak inşa ettirildiğini bir türlü anlayamadığım o kâbus gibi termik santral, ruhunuza bir taş gibi oturur.

Karşınızda bir tabiat terminatörü, bütün gaddarlığıyla meydan okumaktadır.

Kırandağları ve onun altındaki Gökova Körfezi yıllardan beri termik kâbusla mücadele etmektedir.

Kırandağları'nın tepesinde, bu çirkinlik heyulası bile keyfinizi kaçıramaz.

Tabiat, bu acımasız savaşta bile yenik düşmemiştir.

* * *

Kırandağları'nın dibinde, gözlerden uzak küçücük bir koy hemen dikkati çeker.

Toprak yoldan döne döne yaklaştığınız bu küçük koyun adı Akbük'tür.

Gökova'nın zaman zaman açık deniz havasına bürünerek azdığı günlerde bile sakinliğini kaybetmeyen bu küçücük koyun sakinleri; dört-beş balıkçı ailesi, bir-iki küçük pansiyondan ibarettir.

Bodrum'un 60 kilometre yakınındaki bu koy, sanki sosyal hayatın bütün gürültülerine karşı yalıtılmış, görünmeyen bir fanus içine alınmıştır.

Fizikçiler total sessizliğin mümkün olmadığını düşünebilirler.

Ama şehir desibellerinden yarı sağırlaşmış kulaklarınız, burada total sessizlik denen mefhumu keşfedebilir.

Geçen hafta, işte bu koyda geçirdiğim üç-beş gün içerisinde hayatımdan kayıp giden bazı şeyleri yeniden buluyorum.

Mesela kendimi...

Mesela sessizliği...

Mesela çocukları...

Ve çocuklara ait aklımdan bile geçmeyen bazı gerçekleri.

Karşımda beş çocuk duruyor. İkisi kız, üçü erkek. Hepsinin saçları sapsarı.

En büyüğü ilkokul üçüncü sınıfta.

Matematikte çok kuvvetli olduğunu söylüyor.

Ondan sonraki biraz haylaz.

İki küçük kız ise henüz okula gitmiyor.

Peki okul nerede? En büyüğü Kırandağları'nı gösteriyor.

Orada, yani Camel-Trophy yapar gibi geçtiğim o alabildiğine yüksek dağların arkasında bir yerde.

Okula nasıl gittiklerini soruyorum. Sakin bir sesle, ‘‘Yürüyerek’’ cevabını veriyor.

Üç-dört saat yürüyerek okula gidiyorlarmış. Ne bir araba, ne de bir servis aracı...

Üstelik öyle düz bir yol değil. Belki trafik canavarı yok, ama karşınıza her an vahşi bir hayvan çıkabilir.

Soğuğu, rutubeti, dimdik yokuşları da cabası.

* * *

Burası Güneydoğu Anadolu'nun ıssız bir mezrası değil. PKK terörünün öğretmen vahşetine dönüştüğü bir coğrafya da değil.

Türkiye'nin en gelişmiş bölgelerinden birinin sessizlikten başka hiçbir iskâna açılmamış bir ucu.

Küçücük koyun ortasında Türkiye'nin en gösterişli yatları demirlemiş. Dünyanın en zengin ülkelerinden gelen insanlar teknelerini kıyıya bağlamış.

Ve o kıyının öbür tarafında okula gitmek için her gün Kırandağları'nı aşmaya çalışan çocuklar.

En büyüğü üçüncü sınıfta.

Üstelik matematiği kuvvetli.

Gökova Körfezi'nin dibinde total sessizliğin, desibellerden yalıtılmış sakinliğin perdesini kaldırdığınız zaman, altından işte bu matematik çıkıyor.

Ama bir tarafta tabiat terminatörü o termik kâbus, diğer tarafta bu sosyal acımasızlık bile Gökova'nın ve Kırandağları'nın güzelliğini bozamıyor.













Yazarın Tüm Yazıları