Mao'yu ezberleyemeyen çocuk

GEÇEN pazar günü Milliyet’te bir haber okudum."Duvara Karşı" filminin başarılı yönetmeni Fatih Akın, Yılmaz Güney’in belgeselini çekecekmiş.

Milliyet bunu İngiliz Daily Telegraph Gazetesi’nden aktarmış.

Fatih Akın, İngiliz gazetesine projesini anlatırken şunu söylemiş:

"O kahramandı. Biz hepimiz, bir şekilde onun çocuklarıyız."

* * *

Bana göre, sanatçı duyarlılığı ile söylenmiş, biraz abartılı bir söz.

Fatih Akın, sinema yönetmenliğinde, Yılmaz Güney’le karşılaştırılamayacak kadar önemli ve başarılı bir sanatçı.

Duvara Karşı’yı, özellikle de İstanbul’u anlattığı "Crossing the Bridge" filmini seyreden biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim:

Fatih Akın bu sözleriyle kendi büyüklüğünden, gönüllü olarak tenzilat yapmış.

Neyse benim bu yazıda asıl konum o değil, Yılmaz Güney’le ilgili birbaşka bilgi.

* * *

Gazeteye göre Fatih Akın, bu film için Yılmaz Güney’in oğlu ile de görüşmüş.

Oğlu, çocukluğunda, babasıyla hapiste bir hafta geçirmiş.

Yılmaz Güney o bir hafta boyunca oğluna Mao’nun konuşmalarını ezberletmeye çalışmış.

Mao’nun sözlerini yanlış hatırladığında veya unuttuğunda ise kulağını çekermiş.

Yılmaz Güney’in son yılları hakkında epey yazı okumuş, hatıra dinlemiş biri olarak şunu söyleyebilirim:

Eğer oğlu "Kulağımı çekerdi" diyorsa, bilin ki Yılmaz Güney onu dövüyormuş.

"Duvar" filmini çekerken çocuk oyunculara neler yaptığını bilenler, bu cümleyi böyle okurlar.

Bence bu, Yılmaz Güney’in gerçek karakterini anlatan gerçekçi bir cümle.

* * *

Bizim kuşağımız kendi "siyasi kahramanlarını" ve düşüncesini, çocuklarına aşılama konusunda çok egoistçe bir tavır içindeydi.

Bu, bazılarında kendini, çocuklarına "Deniz", "Ulaş", "Mahir", "Devrim" gibi 12 Mart kokan isimler verme şeklinde gösterir.

Bazıları ise Yılmaz Güney gibi, çocuklarına zorla kendi ideolojilerini öğretmeye kalkar.

* * *

Şimdi hepinize sormak istiyorum.

Mao’nun, Enver Hoca’nın, Lenin’in veya Stalin’in, bugün artık hiçbir anlamı kalmamış zırvalarını öğrenmeyi reddeden çocuğunu döven birisi, kahraman olmayı hak ediyor mu?

Bence etmiyor...

Gül’e yakışan tavır

KENDİ payıma söylüyorum.

Dışişleri Bakanı Gül’ün, "yabancı servisler tarafından yönlendirilme" konusundaki sözlerine açıklık getirmesi kendine yakışan bir harekettir.

Bazı arkadaşlarımız, "Özür dilemedi, hatta yönlendirme konusundaki sözlerinde ısrar etti" diyor.

Ben özür değil, açıklık bekliyordum. O da geldi. Burada benim açımdan iki temel kavram vardı. Birincisi "yabancı servisler" kavramı. Öteki de bunun bir menfaat karşılığında yapılmış olması.

Sayın bakan, kendisinden beklediğim açık sözlülükle bu sözlerinin "fazla kaçtığını" söyledi.

Gerisi, onun en tabii eleştiri hakkına girer. Bizler nasıl onu eleştirme hakkına sahipsek, onun da görüşlerini açıklama hakkı var.

Ben kendisine teşekkür ediyorum.

Bununla birlikte halletmemiz gereken bir nokta daha var.

Sayın Gül, sözlerini düzeltirken bizleri "ideolojik saplantı" ile hareket etmekle eleştiriyor.

Bu nokta çok önemli.

Çünkü biz de, AKP hükümetinin bazı konulardaki ısrarını "ideolojik saplantıya" bağlıyoruz.

Mesela ne mi?

Her iki ayda bir önümüze türban ve imam hatip okulu meselesinin getirilmesi.

Ortada böyle bir durum varsa, hepimizin şunu düşünmesi gerekir.

İdeolojik saplantıdan kaynaklandığını düşündüğümüz bir davranışı, tam zıddı bir ideolojik saplantı ile mi dengelemeye çalışmalıyız?

Öyle yapmamalıyız.

Ama yine de ortada bir sorun var.

Neyin "ideolojik saplantı" olduğuna kim karar verecek?
Yazarın Tüm Yazıları