Makber ve Sertab'ın dönüşü

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Makber'i her dinleyişimde aynı şeyleri hissederim. Ürperen tüyler, hüznün ağlamaya dönüştüğü o ince hudutlar...

Hayat muhasebeleri, geçmiş, gelecek, gidilen yerler...

Bir daha dönülemeyecek yerler...

Bazen yaşarken bir daha dönülemeyecek limanlar...

Ve tabii ki, o kaçınılmaz çizgiyi geçtikten sonra kaybolan siluetler...

* * *

Makber beni hem şiir, hem beste ve özellikle de icra olarak en çok etkileyen müzik eserlerinden biridir.

O yüzden yeni kuşakların da o şarkıyı, kendilerine ait üsluplarla, ritimlerle yeniden keşfetmelerini beklerim.

Şimdi Sertab bunu yapıyor.

Önceki akşam üzeri bana geldi.

Yanında, çalıştığı Sony şirketinin Türkiye yöneticisi Melih Ayraçman var.

Elinde yeni CD'sinin master'ından alınmış bir kopya.

Üzerinde henüz etiketleri bile yok.

‘‘Bunu size dinletmek istiyorum’’ diyor.

Arkasından ne geleceğini de söylemiyor.

Ve sürpriz geliyor.

O Makber.

Hayatımın hiç bitmeyen şarkısı.

Abdülhak Hamid'in hayatımıza kader gibi örülmüş, his akrabamız haline gelmiş o sözleri:

‘‘Her yer karanlık pür-nûr o mevki

Magrib mi yoksa makber mi ya Rab’’

Kendimi ilk bildiğim, o sisler içinde kalmış buğulu günlerden bu yana kimbilir kaç defa dinlediğim şarkı.

İzmir'in Mezarlıkbaşı'ndan evimize gelirken, babamın bir tek atmak için uğradığı o küçücük meyhanelerin fon müziği haline gelmiş o muhteşem şarkı.

* * *

Şimdi gencecik bir sanatçının sesinden yeniden doğuyor.

Sertab karşımda oturuyor.

Üzerinde bir gömlek. Altında bir blucin.

Gömleği ile blucini arasında daracık bir beden görünüyor.

Ölüme daha çok uzak.

Ama uzun ameliyat yalnızlıklarında belli ki o gencecik dimağ da sınır boylarında dolaşmış.

* * *

Hamid yine gözümün önüne geliyor:

‘‘Yarim mi meftun, ay mı tutulmuş?

Dikkat şu sönmüş nûr-ı nigáhe

Kabri çiçekten bir türbe olmuş

Dönmüş o türbe bir haclegáhe’’

Sözlerin bugünkü anlamı mı?

O yıllarda hiç önemi yoktu. Şimdi yine yok.

Kaybedilmiş bir eşe, yitip gitmiş bir sevgiliye yazılmış olduğunu bilmek yetmez mi?

Uzun bir nehir gibi sessiz, sakin, vakur akan bu nehrin kenarında oturup, sadece seyretmek bile káfi değil mi?

Benim için hep káfiydi.

Benim, ailemin, kültürümün, ülkemin, ruhumun parçası haline gelmiş bu şarkının anlamadığım kelimeleri bile yakın akrabaydı.

Onların her birine manalarını ben verdim.

‘‘Karanlık’’, bazen üzerime kábus gibi çöken bağnazlıklar, taşkafalılıklar oldu.

Bazen terk edilmişlikler, terk etmişlikler...

Yalnızlıklar...

Bazen her şeyin bittiğine inandığım o kahrolası çöküş anları.

Bazen ise müthiş bir keyif.

Bu ülkede, Türkiye'de yaşadığıma dua ettiğim o muazzam keyif anları.

Birinde yalnızlığın hüznü, ötekinde yalnız olmadığını bilmenin keyfi.

Sertab'la sohbet ediyoruz.

Altındaki orkestrasyon parçalarını Atilla Özdemiroğlu yazmış.

Sertab, ‘‘Teksesli böyle bir müziğe orkestrasyon yazmak çok zordur. Ama Atilla Ödemiroğlu bunu çok güzel yaptı’’ diyor.

Gerçekten de yapmış.

* * *

Karşılıklı tek kelime etmediğim halde, uzaktan hep çok tanıdık gibi gördüğüm Özdemiroğlu, belki de yüzündeki o durgunluğun bestesi olan bu gazeli mükemmel düzenlemiş.

Ve sonunda yıllardır beklediğim bir şarkı geri dönmüş.

Hem de Sertab'ı beraberinde alarak dönmüş.



Yazarın Tüm Yazıları