Magic Bus yola çıktı

GÖRSEL yönetmenimiz Reha Erdoğan geçen gün bana yeşil bir tişört hediye etti.

Üzerinde, "Peace" yazıyordu ve çiçek desenleriyle boyanmış Volkswagen bir minibüs resmi vardı.

İçimden hemen o ses yükseldi:

"Magic bus..."

Sihirli otobüs.

Tişört hoşuma gitti ama, önce nedenini anlayamadım.

Yüzüne hayretle baktığımı fark edince, "Ertuğrul Bey Woodstock festivalinin 40’ıncı yıldönümü" dedi.

Tipik Reha numarası.

Her iki ayda bir, 30-40 yıl geride kalmış bir olay icat eder, bir bahane uydurur odama gelip bana hatırlatır.

Niyeti hoşluk değil, hinliktir.

Olayı değil, yaşımı hatırlatmak ister.

* * *

Bu defaki altın vuruştu.

Demek ki tam 40 yıl geçmiş.

Ankara’da TRT’de genç bir muhabir olarak çalışıyordum.

Aklım Woodstock festivalindeydi.

Oraya gidip, üç günü orada yaşamak için neler vermezdim.

1970 yılının temmuz ayında devlet bursuyla Paris’e ilk adımı attığımda, filmi gösterime girmişti.

Kapıda sırada bekleyip seyretmiştim.

Çıkar çıkmaz, Joe Cocker’ın üzerindeki yakasız, alacalı bulacalı tişörtün aynısından bir tane almış ve bütün yaz onunla gezmiştim.

"With a little help from my friend"i söylerken, ellerinle gitar çalıyormuş gibi yaptığı hareketler, enstrüman çalma özürlü bana hayat öpücüğü olmuştu.

Hayatımın geri kalan kısmında hep o hareketleri taklit etmiştim.

Prince’ın "Purple rain"in gitar solosunu her dinlediğimde, ellerim otomatik olarak o hareketlere başlamıştı.

* * *

Geçen gece Tansu’yla oturup, Michael Wadleigh’in "Woodstock" filmini seyrettik.

1970’te sinema salonunda seyrettiğimden farklı bir versiyonuydu.

Katılan gençlerle yapılan mülakatları dikkatle izledim.

"Ben bir insanım. Sadece kendim olmak istiyorum. Güç sahibi olmak umurumda bile değil" diyordu biri.

O genç insanlara dikkatle baktım, orada kendimi görmeye çalıştım.

Acaba şimdi ne yapıyorlardır diye düşündüm.

Pete Townshend’in "Hear me, feel me, touch me" nakaratıyla başlayan o müthiş şarkıdan sonra gitarını yere vuruşuna baktım.

Şarkının sonunda seyircilere attığı o gitarı acaba kim kapmıştır, şimdi kimdedir diye düşündüm.

Sonra yağmur başladı. Tabiat bizim neslimizi vaftiz ediyordu.

Genç bedenlerin plastik örtüler altında birbirlerine sarılışını, o sevgiyi, dayanışmayı hissettim.

Acaba o bedenleri şimdi nasıldır diye düşündüm.

* * *

Bugün o tarlalar, bir neslin Kábe’si haline geldi.

Şimdi orada bu tarihi olayı hatırlatan bir plaket bulunuyormuş.

Alanın tam ortasında tahtadan yapılmış bir heykel duruyormuş.

En üstte Janis Joplin, ortada Jimi Hendrix ve altta Jerry Garcia.

Popun ölümsüzleri.

Yasgur Çiftliği’ni her yıl binlerce insan ziyaret ediyormuş.

8 kilometrekarelik bir bölümüne bir sanat merkezi yapılmış.

Bu merkez 1 Haziran 2006’da New York Filarmoni Orkestrası’nın konseriyle açılmış.

Aynı yıl, ağustos ayında "Crosby, Stills, Nash and Young" orada bir konser vermiş.

Konseri 16 bin kişi izlemiş.

* * *

Woodstock bizim neslimizin en büyük ayiniydi.

Bugün Obama’nın kullandığı o basit mesaj, o gün orada toplanan 500 bin gence vahiy olarak inmişti:

"Yes we can..."

Evet başarabiliriz.

Başarabildik mi, ne kadarını başarabildik bilmiyorum.

Ama dünyanın artık eski dünya olmadığı kesin.

Büyük yürüyüşün bir kolu Paris’ten harekete geçerken, öteki kolu o meydanda toplanıyordu.

Woodstock bizim rock’çı neslimizde derin izler bıraktı.

Film bittiğinde Tansu bana baktı ve şunu söyledi:

"40 yıl sonra geldiğimiz yere bakıyorum ve içimden şunu söylemek geçiyor. Eski hippiler, bazı eski solculardan çok daha dürüst ve vicdanlı çıktı."

Benim aklımsa yeşil tişörtün üzerindeki Magic Bus’taydı.

İçimdeki öteki ise şarkısını söylüyordu:

"Where have all the flowers gone..."
Yazarın Tüm Yazıları